İ'TİRAF

İ’tiraf, (inananlar için) Tanrı hariç, kendimizden başka hiç kimsenin bilmediği ve kimseye söyle(ye)mediğimiz bir gerçeği veya suçu/günahı, (dayanamayıp artık) birilerine ifşâ etmek, söylemek ve rahatlamak!.
İ’tiraf da bir bilgidir; bu bilgide, bilen de bilinen de kişinin kendisidir. (Normal) bilgide bilen bensem, bilinen sensin; yani bilgide, özne-nesne ayrımı varken; itirafta, özne, nesneyle aynı olmuştur, kişi kendini bilmiştir.
İ’tiraf, arefe’den, irfan’dan, iftial babından türeyen bir kelime; kişinin kendi hatalarının ve sevaplarının farkına varması ve bunları bir başkasına söylemesi demektir.
Bizde kendini bilmeye = irfana değer verilir, vurgu yapılır da, i’tiraf geleneğine pek rastlanmaz. Niye? Yapılan iyilikler söylenirse kişi şımarır, gurur ve kibire kapılır; kötülükler söylenirse = herkes kötülüklerini söylemeye başlarsa, meğer bu kötülükleri sadece ben yapmıyormuşum, herkes yapıyormuş demeye başlanır ve o kötülükler sıradanlaşır, bu bakımdan bizde itiraf geleneği neredeyse hiç oluşmamıştır.
Bu gelenek batıda yaygındır, St. Augustinus, Tolstoy, J.J. Rousseau gibi yazarlar, ‘i’tiraflar’ kaleme almışlardır. Batıda neredeyse her Hıristiyan vaftiz olur, vaftizden sonra Papa’ya tüm günahlar söylenir = sakrament = i’tiraf yapılır, Papa da Tanrı adına onları affeder/bağışlar ve böylece arınılmış olunur. Bizde Tanrı ile kulu arasına hiçkimse giremediği (ruhbanlık olmadığı) için, günahların Tanrı dışında birilerinin bilmesine gerek yoktur. İşlediği kötülükleri = günahları (sözgelimi yaptığı hırsızlığı) kimsenin, Tanrı’nın da bilmediğine “inanan”! biri, sürekli günah işlemez = kötülük (hırsızlık) yapmaz mı?!.
Günah işlemeye devam eden ama yaptığının  günah olduğunu da bilen adamda hâlâ umut vardır ama biadam, günahı (haramı, sözgelimi faizi, rüşveti) sıradanlaştırmışsa (helâl kabul etmişse), günah olmadığına inanıyorsa, o (adam), kendine yeni bir din, yeni bir tanrı icat etmiştir, onun o kötülüklerden  tövbe etmesi mümkün değildir; çünkü ona göre onlar kötü ve günah değildir. Kişi, günahlarını kendi biliyor, onları kendine de i’tiraf edebiliyorsa, bu günahlar ona acı/ızdırap da veriyorsa ve Tanrı’ya da inanıyorsa, işte o zaman onun pişmanlığı = tövbesi (çok) kolay olur, inşallah yaptığı o tövbeyi inandığı Tanrı da kabul eder ve onu arındırır; çünkü böyle yapılan bir tövbe, nasuh tövbesidir = bozulmayan, geri dönüşü olmayan bir tövbedir.
İ’tiraf, sadece günahlarda olmaz; başarısızlığın, güçsüzlüğünün, çaresizliğin, bilgisizliğin (cehâletin), ilgisizliğin de i’tirafı olur; böyle durumlarda imdadımıza duâ koşar; duâ, hem istektir hem i’tiraf; duâda günahların affı da dilenir, yardım/destek de ama ne istendiği bilinmeden (= bu istek Rabbe i’tiraf edilmeden) yapılan duâya, olması = verilmesi gereken güç = samimîyet, ihlâs verilmediği için o duâ kabul olmayabilir. Rabb, elbette bizim ne istediğimizi bilir; biz i’tiraf etmesek de O, “âlîmun bizât’is sudûr’dur. = O, göğüslerde/kalplerde olanı bilir” ama bizden i’tiraf (!) bekler.
Hiç kimseye değil, sadece Rabbimize (özellikle herkes uykuda iken) günahlarımızı ve zaaflarımızı (= zayıflıklarımızı) i’tiraf edersek, inşallah affımız daha kolay olur ve yardım görürüz.
(Not : Ta'rif de arefe'den; bişeyi/bivarlığı temel özellikleri ile ifâde etme. İ'tiraf, doğru ta'rife dayanmalıdır.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET