MÛSÂ (a.s.)'IN ARKADAŞI

Kehf Sûresi 60. âyette geçen fetâ’yı kast ediyorum. Fetâ, genç ve “akıllı” erkek arkadaş, hizmetli/yardımcı; feteyât, genç ve “akıllı” kız arkadaş, hizmetli/yardımcı demektir; Efendimizin sıfatlarından olan fetânet de aynı kelimedir. Fetânet, çabuk ve hızlı anlama kaabiliyeti, zihin açıklığı, keskin zekâ, oldukça iyi bir anlayış ve kavrayışa sahip oluş anlamındadır. Peygamberler, zekâlarını olağan-üstü kullanan “adamlardır”; Onlar, zekâlarını kullanma “sınırına” geldiklerinde Rablerinden eksta “taqviye” alırlar; bu yüzden onların sözlerini sıradan insanlar söyleyemez; sıradan insanlar Onlar gibi hareket edemezler; hepsine selâm olsun.

Mûsâ (a.s.)’ın beraber yolculuk yaptığı arkadaşı da Mûsâ kadar olmasa da anlayış ve kavrayış sahibi bir gençti (fetâ). Onların “yolda karşılaştıkları kula” (adama) ise, “özel bir bilgi” verilmiş, O “özel olarak” yetiştirilmişti. “...âteynâhu rahmeten min ı’ndinâ ve allemnâhu min ledünnâ ı’lmâ.” (18/65.)

Böyle biri ile, iyi ve hayırlı bir yolculuk için arkadaşlık yaparsanız, Rabbiniz sizin yolunuza çoook daha iyi bir arkadaşı çıkarır.

Ama siz o arkadaşa tahammül edebilir misiniz? 

Mûsâ : ‘Ben ederim’ dedi. = “setecidunî inşeallahu sâbiran ve lâ a’sî leke emrâ.” (18/69.)

Ama sabredemedi.

Neden?

Nedenini “O kul” Ona önceden söylemişti. Demişti ki : “İçyüzünü (mâhiyetini) kavrayamadığın şeylere nasıl sabredebilirsin?. “ve keyfe tasbiru alâ mâ lem tuhıd bihi hubrâ.” (18/68.)

Yine de bi deneyelim, görelim!.

Bir : Gemi...

İki : Çocuk...

Üç : Yıkık duvar...

Üçüne de itiraz.

İtiraz kolay da anlamak zor.

Hakikati anlamak için sabredilmezse, hep itiraz edilirse, hakikat kendisini bize açmaz.

Hakikat, tek başına da bulunamaz; Rabbin size bir arkadaş göndererek yardımcı olması şarttır.

Arkadaş, arkadaşı anlamazsa, arkadaşlıklar da uzun sürmez.

Hele arkadaşlar hepten anlayışsız olursa, ....

...

Mûsâ (a.s.)’ın karşılaştığı “O kula”, hâkim gelenek Hızır der; olabilir ama Hızır, iyi ve hayırlı bir yolculuğa çıkmayanlarla pek karşılaşmaz. Bu yolculuk, içerde de dışarda da yapılabilir; maddî ve manevî olabilir; zaten madde-ma’nâ ayrımı sûnîdir/yapaydır.

Mûsâ (a.s.), maddî dünya ile manevî dünyanın buluştuğu (iki denizin birleştiği) noktayı arıyordu; orada (!. tam orada da değil oraya yakın bir noktada!) Ona her şey “bigarip, biacaib”! geldi/geliyordu, bu yüzden hep itiraz etti...

Hızır da Onu terk etti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET