ÜÇ "NE?"

Bu üç ne : Ne idim, ne oldum ve ne olacağım? 

Belli bir yaşa gelen (yaklaşık 40 yaş) ve bir ayağı çukurda (ihtiyar) olan herkesin bu üç ne’yi (soruyu) kendine çook sık sorması gerekir.

Ben de kendime bu soruları soruyorum ama kendimden söz etmemin doğru olmayacağını düşündüğümden Hz. Yusuf Kıssası, Ahsen-ül Kasas üzerinden bu soruların izini süreceğim.

Bu kıssa tarih boyunca 1500 yıldır, belki de daha öncesinden biliniyor ve anlatılıyor; dinleyenleri de “mest” ediyor ama ‘ne diyor?’, tam anlaşıldığından emin değilim; ben ne anladım/anlıyorum, işte bu yazı bunun için yazılıyor.

Kur'ân’da bir çok Peygamber kıssasına = Peygamberin hayatına yer verilir, en uzun yer Mûsâ (a.s)’a; Ondan sonra Yusuf (a.s.)’a. Kur'ân/Kitâb, Hz. Muhammed’e indiği hâlde Hz. Muhammed’in hayatından “bahsedilmez”!; çünkü Onun hayatı Kur’ân’dır.

Yusuf (a.s.)’ın babası Hz. Yâkub (= güneş) Hz. İbrâhim’in soyundan bir Peygamber. Hz. İbrâhim yaklaşık M.Ö. 1700’lerde yaşamış; Hz. Yâkub ve Hz. Yusuf da M.Ö. 1500-1600’lerde yaşamışlardır. O dönemlerin geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır; Hz. Yâkub gezgin bir çobandır ve çok kadınla evlidir. İlk hanımlarından dokuz (9); son hanımından (= ay) iki (2) çocuğu vardır : Yusuf ve Bünyamin.

Yusuf, fiziken ve ahlâken “güzel” bir çocuktur; bu “güzellik” Onu babasının yanında “müstesnâ” kılar ve bu, diğer kardeşlerinin Onu kıskanmasına yol açar. Kıskançlık öyle bir raddeye varır ki, Onu öldürmeyi düşünürler. O zamanın kültüründe ilk (erkek) çocuk, baba varisidir ve ilk çocuk da ilk hanımdan doğan erkektir. Diğer erkek kardeşler (maddî-ma’nevî) miras Yusuf’a kalacak diye Yusuf’u öldürmeye karar verirler...

...

Hiç kimse, Yusuf dahil, ne olacağını bilemez; ancak ‘ne idim ve ne oldum’dan yola çıkarak yaklaşık bir tahmin yapabilir. Yusuf da gelecekte yaşayacağı hayatı bilmiyordu ama Ona Rabbi rü’ya ile öğretti, O da o rü’yaya göre bir hayat yaşamayı tercih etti.

Burada bizler için şöyle bir soru akla gelebilir. Bize niye öğretmedi?

Aslında bize de öğretti.

Nasıl?

Ona (Yusuf’a) rüya ile öğretti, bize de Efendimize inen Kitâb ile. Bize de rüya ile öğretseydi, “aman altı-üstü bir rü’ya” der geçer, çok ciddîye almazdık; Kitâb’ı “ciddîye” almadığımız gibi!. Kitâb’ın Allah’ın Sözü = Kelâm’ı olduğunu bildiği hâlde ‘ciddîye almayan’! rü’yayı ciddîye alır mı?!.

İki öğretim arasında sadece şekil farkı vardır. O (Yusuf), bu öğretime/öğretiye sadık kaldı, ona uygun bir hayat yaşadı; biz ise sadece bahane üretiyoruz.

...

Bu üç sorunun ilk ikisi için yaşamda belli bir sürenin geçmesi gerekir. İlk soru, geçmişin muhasebesi; ikinci soru, şimdinin; üçüncü soru geleceğin “tahmini”. Elde geleceğe dair bir “veri = bilgi” varsa, ki var, o Yusuf’ta rü’ya, bizde Kitâb; gelecek geçmişten ders çıkartarak ona göre yaşanır ya da yaşanmaz; Yusuf yaşadı. 

Yusuf nasıl bir hayat yaşadı?

Kuyuya atıldı.

Köle olarak satıldı.

Zindana atıldı.

Bakan = Vezir oldu...

Hayatının hiçbir döneminde isyan etmedi ve şımarmadı. Kuyuya atıldığında karamsarlık yaşamadı, Rabbi Ona kervancıları gönderdi, Onu oradan kurtardı ama bu “kurtuluş”, Ona köleliği getirdi; O, “bu nasıl bir kurtuluş”?! demedi. 

Üst düzey bir bürokrat Onu satın aldı; orada belli bir yaşa gelince kendisine iftira atıldı. Haklı (= ahlâklı) olmasına rağmen hapse atıldı, isyan etmedi, edemezdi, çünkü sistem böyle işliyordu...

Hapiste de rü’yasını unutmadı, orada da boş durmadı. Onlara: “Ey zindan arkadaşlarım!, birden çok (ayrı ayrı ve birbiriyle çatışan) rabler mi, yoksa Bir Tek Rab mi daha hayırlı/iyidir?...’ diye sordu. (12/Yusuf, 39.) Onlarla dostluklar kurdu, onlarla bilgi paylaşımda bulundu. Onlardan ikisinin rü’yasını yorumladı. ‘Sen idam edileceksin; sen de görevine iâde edileceksin’ dedi. Zannımca biara Rabbini (Rabbine olan güvenini) unuttu ve görevine iâde edilecek olana “rabbinin” (efendinin) yanında beni an!, dedi; bu Ona ekstra iki yıla mâloldu. Kralın gördüğü bir rüya üzerine zindan arkadaşı Onu hatırladı da kurtuldu.

Kurtulur kurtulmaz kendine üst düzey bir görev (= Hazine Bakanlığı) teklif edildi ama önce O, “kendisine atılan iftiradan aklanmayı” seçti, çünkü toplumsal sorumluluğun toplum önünde ak/temiz olmayı gerektirdiğini biliyordu.

...

Bölgede kıtlık başlayınca kardeşleri Ondan erzak almak için üç kez yanına geldiler; O, onları ve babasını unutmamıştı, hemen tanıdı; onları yanına almanın yollarını aradı ve ana-baba bir kardeşi Bünyamin’in yüküne kendi tasını koydu ve onu yanında tuttu.

Öbür kardeşleri Ona : ‘Onun bir kardeşi daha vardı (Yusuf), O da hırsızdı.’ (22/77) dediler, sustu!!...

“Hikâye” uzun, yazı uzadı, siz tamamlayın, en azından Yusuf Sûresini baştan sona dikkatli bir şekilde okuyun.

Bizi olduğumuz şey değil, ahlâkımız = kulluğumuz adam eder. Ahlâklı adam, kuyuda da zindanda da sarayda da adamdır, vesselâm. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET