ÂLİM, ÂRİF ve ÂBİD

Âlim, bilen. Ârif, ‘tanıyan’. Âbid, (kulluk) yapan (ibâdet eden).

Âlim, bildiğini söyler. Ârif, tanır. Âbid, tapar. Âlim’in zihni/beyni; Ârif’in kalbi/gönlü; Âbid’in tüm hücreleri “uyanıktır.”!.

İlimde derinlik irfana; irfanda derinlik kulluğa yol verir.

Efendimiz âbid’dir = AbduHû ve RasûluHû; âbidse, zaten âlim ve âriftir. 

Kişi, bilmediği ve tanımadığı bir ma’buda kulluk yapmak istemez; yaparsa (da), ya onu bildikçe = tanıdıkça ona daha iyi kulluk yapar ya da kulluk yapmayı terk eder.

...

Bazılarımız Allah’ı bilir; çok azımız O’nu tanır; çook azımız da O’na kulluk eder. “Onların çoğuna azap (sözü) hak olmuştur; artık onlar iman etmezler.” (36/Yasin, 7.)

...

Allah’ı bilmek, O’nun Esma-i Hüsnâ’sını bilmekle; O’nu tanımak,  O Esma-i Hüsnâ’ları içselleştirmekle; O’na kulluk etmek, O Esma-i Hüsnâ’ların gereğini yapmakla mümkündür.

...

Tanıyanlardaki samimiyet bilenlerde; kulluk edenlerdeki samimiyet de tanıyanlarda olmaz/bulunmaz. Gerçek kulluk, tanıyarak ve bilerek yapılan kulluktur ama O’nun Elçileri hariç hiç kimse O’na gereği gibi kulluk yapamaz. Bu, Elçileri hariç hiç kimse O’nu gereği gibi bilemez ve tanıyamaz demektir. = “ve mâ kaderullahe hakka kadriHî. = Onlar O’nu gereği gibi ‘takdir’ edemediler.” (39/67.)

...

Bazıları (çoğumuz) da O’nu “yukarda = yüce bir yerde” tasavvur eder, dışsallaştırır, ‘dışarı atar’! = O’nu dışarda, yüksek biyerde zanneder. “Onlar, Allah’ın ve meleklerinin bulutlar arasından (bulut gölgeleri arasından) çıkıp gelmesini (görünmesini) mi bekliyorlar!...” (2/210.)

...

İlmihâl kitaplarımız, Rabbimizi zamandan ve mekândan münezzeh kabul ederken; O, ne içerde ne dışarıdadır, her yerdedir, her şeye çook yakındır, bize uzak değildir; O’na bir yer tahsisi yapılamaz; O’na bir yer tahsisi yapmak, O’nu sınırlamaktır derken; biz, O’nu biyerlerde tasavvur etmeye kalkar, O’na “cisim”! muamelesi yaparız 

O’na ‘cisim muamelesi’ yapmayanlar, her yerde O’nu bulurlar ama O’na “saygısızlık” ederler/edebilirler. O’nu gereği gibi tanıyanlar, O’na herhangi bir “saygısızlık” edemezler, O’nu görmezden gelemezler. = O’nun her yerde olduğu bilen kişi, bunu bildiği hâlde, O orada “yokmuş gibi”! davranabilir ama O’nu tanıyan kişi, böyle bir saygısızlığı = hadsizliği aslâ yapamaz; işte asıl ihlâslı da kulluk burada/n başlar. Bilgi (bilme/ilim), tanımaya (irfâna); tanıma (irfân) da kulluğa (abd olmaya) böyle dönüşür ama ne yazık ki O’na kul olduğumuzu söyleyen bizlerde böyle bir dönüşüm gerçekleşmiyor; O’na kulluğumuz sürekli yalpa yapıyor; muhlisîne leHü-d dîn ve 8/Enfal 4’de söylenen “Gerçek/Hakikî Mü’minlik = ülâikehüm-ül müminûne haqqâ” durumu bitürlü hayatımızda gerçekleşmiyor; (istisnâlar kâideyi bozmaz.)

Kimseye “Tanrı Tasavvuru” dayatılamaz, dayatamam; herkes kendi tasavvuruna göre bir Tanrı’ya inanır ve tapar ama, inandığımız ve taptığımız Tanrı, bize huzur ve güven vermiyorsa, O Tanrı Tasavvurumuzu gözden geçirmemiz de gerekir. Bu gözden geçirme de bilmeden tanımaya = ilimden irfâna; tanımadan kulluğa = irfândan abd olmaya doğru olur.

...

Niyetimiz = kalbimiz = gönlümüz çook temiz olursa = ihlâslı olursak, Rabbimiz inâyeti ile bize bu aşamaları çook kısa bir sürede yaşatabilir ve bizi ‘Gerçek/Hakikî kulluğa’ taşıyabilir/ulaştırabilir.

İhlâs, O’nda, O’nun dininde/düzeninde ısrardır, O’ndan başka ilahlara ve onların düzenlerine (dinlerine) prim vermemektir; zaten O’ndan başka ilâh da yoktur. O’ndan başkalarına ilah diye tapanları, o (ilâh olmayan) ilâhlar, (kendilerini de onları da) yüzüstü (yarı yolda) bırakacak, kurtaramayacaktır.

“Eşhedü en Lâ ilâhe illâ Allah ve Eşhedü enne Muhammed’en AbduHû ve RasûluHû.”

Kulluk, itaattir. İtaatimiz Allah’a ve O’nun Elçisine ise, kulluğumuz Allah’adır. O’nun Elçisine itaat, O’na itaattir; Elçi olmasaydı = O bize bir Elçi göndermeseydi, biz O’nu ve O’na (nasıl) itaat edeceğimizi bilemezdik; bilebilseydik, O, bize bir Elçi (ve Onunla bir Kitâb) göndermezdi. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET