İRADELİ MAHKÛMİYET

İradeli mahkûmiyet olur mu?

“Dışardan bakan” için olur.

“İçerden bakan” için bu deyim, saçma ve çelişkilidir.

Nasıl?

Kişi, irade kullanmışsa kararını kendi vermiştir, eylemlerine kendisi karar veren biri, hürdür, mahkûm olamaz.

Kişinin eylemleri kendi kararı değilse = kendi dışında birinin kararlarına göre yaşıyorsa, o kişi köledir, kuldur, o eylemleri yapmaya mahkûmdur. Kişi, kendi eylemlerine içerden bakınca, iradesini kullanarak yaptığı seçimler bir mahkûmiyet değil, aksine “özgürlüktür”; ama dışardakine o seçimlerin kimin tarafından yapıldığı belli olmadığı için, o kişi mahkûm olarak (= mahkûm gibi) gözükür/gözükebilir ama herkes, kendi seçimlerine içerden = kendi baktığı zaman, özgür olarak mı mahkûm (kul) olarak mı yaşadığını bilir.

İnsanın özgür iradesiyle yaptığı seçimler, Rabbinin iradesine/seçimine uyuyorsa = Rabbinin iradesi ile insanın/kulun iradesi uyuşuyorsa, kul kendini mahkûm hissetmez, aksine özgür ve hür hisseder. İki irade arasında uyumsuzluk (tezat, zıtlık) varsa kul, kuldur ama Rab, özgürdür. Çünkü Tanrı bize “dışardan da içerden de bakar/bakabilir”!. O’nun ‘dışardan bakmasına göre’, O’nun Kendi dışındaki herkes kuldur, ‘içerden bakmasına göre’, O özgürdür. “vesia kürsiyyihü’s semâvâtı vel arz/d.” (2/255)’daki vesia, hem vüs’at = genişlik, hem de kapsama, kaplama, kuşatıp-sarma anlamındadır. Genişlik, içerde olmayı, içerden (geniş) bakmayı; kaplama/kapsama, kuşatıp-sarma ise dışarda olmayı, dışardan bakmayı gerektirir. O, semâvâta ve arza = kainata, dışardan bakınca, herkesi ve her şeyi kul görür; (kainata değil Kendine) içerden (= Kendinden) bakınca da, Kendini özgür görür. Kâinat, O’ndan, O’nun “İçinden”! yaratılmış; yoktan var edilmiş değildir.

Tanrı’ya göre bizim her türlü seçimimiz, O’na göre dışsaldır ve kulluktur = mahkûmiyettir; ama yine de bilelim ki, Tanrı’ya (göre) “dış” yoktur, O herkese ve her şeye hep “içerden” (= Kendinden) bakar ve her şey O’nun “özgür seçimleridir”; bizim seçimlerimiz de O’nun iradesiyle olduğu için bu, O’na göre kulluk değil, özgürlüktür.

Pekiî bizim, bize göre ve O’na göre kötü seçimlerimiz = günahlarımız da nihayetinde O’nun seçimleriyse, O’nun katında iyi insan ile kötü insan arasında ne fark kalır?!. O, “Kendine göre kötü seçimleri seçen bizleri” cehennem için seçmiştir ve (şeytana : ), “leemleenne cehenneme minke ve minmen tebiake minhüm ecmain = cehennemi seninle ve sana uyanlarla/tâbi olanlarla dolduracağım.” (38/85.) demiştir.

...

Ama kendi irademizle iyiyi de kötüyü de seçen bizler, seçimlerimize “içerden bakınca”, onları mahkûmiyet = kulluk olarak değil, “özgürlük” olarak görürüz.

Tanrı’ya (göre) “dış” yoktur; O’ndan = O’radan bakınca her seçim, O’nun özgürlüğüdür; “dış” bize göredir. Bizim seçimlerimiz “birbirimize göre ve kendimize göre” kulluk = mahkûmiyet olarak da özgürlük olarak da gözükür/gözükebilir. Böyle = içerden bakarsak/bakabilirsek, kulluk, özgürlüktür. Bu kulluk, içerden bakmasını beceremeyen bazılarımıza ‘dışardan’ (iradeli) mahkûmiyet olarak gözükür; çünkü onlar, kulluğun gerçek özgürlük olduğunu kavrayamazlar, olaylara içerden bakamazlar, onların hep dış gözleri = dışarıya bakan gözleri görür, kalp gözleri = iç gözleri ise kördür.

(Not : İradeli mahkûmiyet teriminin patenti bana aittir; bu terimi başka birinden duymadım, hiçbir yerde de okumadım.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET