SAMİMİYET = İHLÂS

Samimiyet = İhlâs 

Bugünkü 'Anlaşma' başlıklı yazımda, teslimiyet ve tevekkül konularında birer yazı yazmanın şart olduğunu söylemiştim. O yazılara hazırlık için samimiyet adlı bu yazıyı yazıyorum. O yazıda %100’lük bir anlaşma nasıl sağlanır diye sormuş ve “üzerinde ve hakkında zerre kadar tartışma, şüphe, kuşku, endişe gibi kötü düşüncelere sahip olmadığımız (Sübhân), tam güvendiğimiz = tam Emîn (El-Mü’min) Bir’ine teslim olmakla, O’nu Vekil kılmakla...” demiştim; bu yazı biraz da bu konuyu açacak.

Samimiyet, kişinin tüm benliği ile (bedeni ve ruhu ile) bir konuda ısrarcı olması, o konu hakkında zerre şüphe/tereddüt içinde olmamasıdır.

İmanda da samimiyet = ihlâs esastır. Kişi, inanmadan önce çeşitli terddütler/şüpheler yaşar, “acabalarına?” cevaplar arar; imana ulaşamadığı sürece de bu “acabaların” sonu gelmez.

İmanı şimdilik sadece Allah’a iman olarak alırsak, Allah’a iman, Allah’ın Esmâsından, Efâlinden (Kendinden ve Kelâmından) şüphe etmememizi gerektir.!. Bu “iman” sadece sözlerimizle değil fiillerimiz (eylemlerimizle) de ispat edilmeli; imandaki samimiyetimiz, fiillerimizle belli edilmeli, delillendirilmeli...

Ben en iyisi Efendimizin arkadaşlarından (Sahabelerden) örnekler vereyim. Onlar, Mekke’de niçin açlık, susuzluk çekti, işkencelere sabretti, memleketlerini terk etti/hicret etti?. Allah’ın Kelâm’ına ve Elçisine samimiyetle inandıkları için. Onların yakın gelecekte hiçbir maddi çıkar ve umudu yoktu, “bir avuçtular”!; üzerlerinde çook ciddî toplum ve devlet baskısı vardı. Onlar, hayat kadar ölümü de seviyorlardı; hatta ölümü hayattan daha çok seviyorlardı ama kendilerini öldürmüyorlar, ne için = niçin öldüklerine, öldürüldüklerine odaklanıyorlardı. Hayatı ölümden çook seven bizler, bunu (onları) anlamakta zorlanırız. Sahabeden bazıları Efendimize : “Bizim bunca eziyetimizin karşılığı (sonu) ne olacak?” diye sorunca, Efendimizin “cennet” cevabı, onlara yetiyordu. Cennet, onlar için “ucuz” değildi; kimse onlara cennetten parsel vadetmiyor (satmıyor), cennet garantisi vermiyor, günde beş defa şu duayı okursan cennete girersin demiyordu; onlar o cennet için çook ciddî eziyetler çekiyorlardı.

Bugün de biz, birinin inancındaki samimiyeti ne ile ölçüyoruz? Çelik gibi olan iradesine = kararlılığına, tutarlılığına ve inancı uğruna çektiği eziyetlere ve mahrumiyetlere bakarak değil mi?!. (Ben bugün, -- artık -- okuyacağım kitaplara bile yazarlarının hayatına bakarak karar veriyorum.)

Kanaatimce Rabbimiz de bizdeki samimiyete böyle bakıyor!.

Sözlerimizdeki etki gücü de bu samimiyetin eseri; bizde böyle bir samimiyet yoksa sözlerimiz boş lafa, lakırtıya (dedi-koduya) dönüşür, kimsede bir etkisi görülmez.

...

Dini sadece Allah’a = Tek İlâh’a (El-İlâh’a) has/özgü (= muhlisan leHü’d dîn) kılmaz ve o dine samimî bir şekilde sarılmazsak, imanımız = güvenimiz sarsılır; “acaba” sorularımızın sonu gelmez.

Samimî bir iman = güven olmadan tam teslimiyet de (islâm da) olmaz; güven ve teslimiyet olmadan da tevekkül (vekil kılma) gerçekleşmez. Vekil, müvekkiline güvenmezse, onun adına iş yapabilir mi; müvekkil, vekiline güvenmezse, ona vekâlet verir = vekil tayin eder de gizli bilgilerini (sırlarını) teslim eder mi?!.

Bizim Rabbimizi “vekil tayin etmemiz”!, Rabbimizin bize “ve tevekkel alellah!” demesi ve O’nun bize vekil olması, bizdeki samimiyet ve teslimiyetle çook yakından ilişkilidir. İçimizde O’na karşı en ufak bir şüphe/kuşku varsa, bu vekâlet işlemez, biz bu vekâleten ‘kârlı/kazançlı’ çıkamayız.

Rabbimize tam ve içten bir samimiyetimiz ve teslimiyetimiz olmadan Rabbimizle “anlaşamayız”!. O bizde bu tamlığı ve içtenliği (samimiyeti) görürse = görünce, bizim adımıza bizim işimizi görür; işte o zaman da biz : “bu iş neden böyle oldu?” demeyiz.

İman, şüphe/kuşku kabul etmez.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET