ZATEN

Zâten, bir zarf. Bu zarfı bir cümlede kullanırsam, ‘O (onlar) zaten öyleydi.’ Onun tabiatı b/öyleydi, b/öyle olacaktı, anlamında; bu zarf, geriye de ileriye de gider.
Zarflar, yer, zaman ve durum bildirirler; edatlarla da kendilerini güçlendirirler. Bir cümleyi, bir metni iyi anlamak, edatları ve zarfları iyi anlamaya da bağlıdır.
...
Fatiha Suresinde bulunan, li = için, iyyake = sadece Sana, ellezine = ş/öyle, gayr = değil/hariç ve lâ = hayır/değil gibi harf-i cer, edat ve zamirlerin anlama etkisi çook güçlüdür; Kitâb’ta kad, inne, en ve enne edatları kesinlik ve vurgu bildirirler; bazen de ‘bel’ (belki) ve zaten anlamında kullanılırlar. “bel ekseruhum lâ yu’minûn = zaten onların çoğu inanmayacak.” (2/100.) gibi.
İnanmayacaklarını Ben biliyorum, o yüzden = zaten bu yüzden, (Ben) onların canını aldım = hayatlarına son verdim.
...
Böyle bir cümleyi Rabbimiz kurabilir ama biz asla kuramayız. Bizim zaten ile kurduğumuz cümleler şöyle olabilir : O, zaten öyle biriydi. Onun zaten öyle olacağı belliydi. Zaten biz de b/öyle yapacaktık...
...
O, dışarıdan bakınca işinde gücünde, para kazanmak = zengin olmak için çalışan iyi ve genç görünen biriydi; ânî bir saldırıyla öldü!... Böyle bir genç ölünce kafamda kritik bir soru canlanır. Soru şudur : Bu adam daha çok gençti, yaşasaydı, kazancını iyi yerlere harcayarak daha iyi biri olabilir miydi? Kendi kendime verdiğim cevap da şu : O zaten öyleydi. Buradaki zaten (ve öyleydi), onun mecvut/şimdiki (öldüğü = öldürüldüğü) ve geçmişteki hâlini bildirir de; gelecekteki hâlini de bildirir mi; o, dün neyse bugün de öyleydi, gelecekte de öyle kalacaktı = hiç değişmeyecekti, anlamında mıdır?.
Bunu, sadece onun Rabbi bilir; Allah-u A'lem, kader de (tam da) buna denk gelir. Bizler, kişilerin geçmişteki ve şu ândaki hâllerini biraz! bilebiliriz ama ne olacaklarını, ne ile karşılaşacaklarını = gelecekteki hâllerini bilemeyiz; olacak olanı = işin sonunu görmeden, ‘zaten o iş öyle olacaktı, onun sonu zaten böyle olacaktı’ gibi cümleler kuramayız, kurmamalıyız; neyi, nasıl görürsek görelim, gördüğümüz aslâ bir “son/âqıbet” değildir.
Buna rağmen, ‘su testisi su yolunda kırılır.’ “Nasıl yaşarsanız öyle ölür; nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” cümlelerini de çok sık kurarız.
...
A’raf Sûresi, a’rafta olanların, cennettekilerin ve cehennemdekilerin karşılıklı konuşmalarına (diyaloglarına) yer verir. Bu diyalogları okurken aklıma “zaten” zarfı gelir ve bu zarfla yukarıda kurduğum ilk cümleyi kurarım. O (onlar) zaten b/öyleydi... ve b/öyle de oldu ve herkes hak ettiğini = hak ettiği yeri de buldu; ama bu bakış buradan değil oradan bakıştır, bu bakışı bize sağlayan Kitâb'tır. 
Pekiî, herkes zaten öyle ise ve öyle kalacaksa, bunca Kitâb, bunca Elçi, bunca gayret niye?
Buradan bakınca, Haccac (h.41-95) gibi olmamak için. Bu da ne demek şimdi? der gibisiniz. Haccac, Kâbe’ye saldırdığında ve insanları katlettiğinde ‘bana bütün bunları yaptıran Allah = kaderdir; siz Allah’ın takdirine karşı mı geliyorsunuz’, diyordu!.
Bunca Elçi ve Kitab, insan : ‘benim ne olduğum ve ne olacağım önceden zaten belirlenmiştir, ben onu/o belirlenmiş şeyi yaşıyorum.’ demesin = diyemesin diye gelmiştir, inmiştir.
Elbet her şey O’nun tarafından zaten belirlenmiş ama biz o “belirlenen şeyi” bilmiyoruz, bilemiyoruz; bil(e)mediğimiz için de bi karar vermek zorundayız ve bu karar da doğru olmak zorunda. Doğruyu da sadece O bilir, bize de o doğruyu, Elçileri ve Onlarla gönderdiği Kitâb’/lar/(d/l)a bildirir.
Bugünden/şimdiden, buradayken her şey ve herkes zaten b/öyleydi, hiç bişey değişmedi demek aslâ doğru değildir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET