ÜSVE-İ HASENE

En güzel örnek. Efendimizi niteleyen bu tabir, Ahzab, 21. âyette geçer. Efendimiz, yaklaşık 1400 sene önce âhirete göç etti. Hucurat 7. âyet, “Bilin ki Allah’ın Rasulü aranızdadır...” der.

Soru şu :

Bu âyeti nasıl anlayacağız ve Efendimizi nasıl örnek alacağız? İkisi arasında bir irtibat/ilişki yok mu? Bence var ama nasıl ve ne gibi?

Efendimizin bedeni fiilen aramızda/bizimle değil ama Sünnet’i (yaşam/yaşayış biçimi) bize intikal etti. Pekiî 1400 sene önceki Onun yaşamı ile bugünkü bizim yaşamımız aynı mı? Şekil/biçim olarak aynı değil; öyleyse Onun yaşam biçiminden (yaşamından) ne/neyi kast ediyoruz?. Buradaki “biçim”, o biçime şekil (biçim) veren ruh, Onun davranışlarına “şekil/biçim” veren dinî = ahlâkî ilkelerdir. Bu ilkeleri bilirsek ve bu ilkeler ile kendi davranışlarımıza “şekil verirsek”, Onu örnek almış oluruz, öyle değil mi?

Pekiî, o ilkeleri bilmeden ve o ilkelere dikkat etmeden Onun davranışlarını “şeklen” örnek alırsak! da Onu örnek alır mıyız?  Alırız ama taklîden. Taklit, taklit edileni değil, taklit edeni gülünç durumda bırakabilir. Böyle bir durum ne zaman olur? Taklit, aslına benzemezse, komik durur, gülünç olur. İyi niyetle Sünnet diye yaptıklarımızın çoğu, üzerimizde komik durmuyor mu? ‘Keyfî karar/hüküm veriyorsun’ diyenler olabilir. Sünnetin içi doldurulmaz, bugün yaşanan hayatla irtibatı kurulamazsa, bu sözlerinde haksızlar!; ama (önce)! şekille/şekilde, kabukla/kabukta başlayan Sünnet hassasiyetinin bilâhare içi dolar/doldurulursa, haklılar; bu yüzden şeklen taklidi de küçümsemiyorum ama o şeklin içini doldurma gayretini de göremiyorum; kendimi bildim bileli (40-50 yıldır) “Bu Sünnet; ama neden/niye?” diye sorulmuyor; gerekçe olarak da “sen Efendimizden iyi mi bileceksin?” ve biz Ona “sorgulamadan, kayıtsız-şartsız itaat” ediyoruz, deniyor.

Haklılar mı?.

Dediğim gibi şekiller bizi bir bütün olarak Onun istediği hayata, Sünnet bütünlüğüne, dinin pratiğine götürmezse haksızlar; götürürse, haklılar. Şekillerdeki (sözgelimi sakallardaki) ruh/öz anlaşılmazsa, Ebû Cehil’in yaşantısı (sakalı) ile Efendimizin yaşantısını (sakalını); ya da bir Müslüman hacının-hocanın sakalı ile bir Hasidik Yahudinin veya bir Hristiyan papazın sakalını ayıramayız; tüm sakallar neredeyse aynıdır ama o sakalları taşıyan adamlar farklıdır; onları farklı kılan sakalları değil, sakallarına da şekil veren ‘anlayışları ve yaşayışlarıdır. Aynı ya da benzer anlayışlara (yaşayışlara) sahip olunmazsa, o şekiller, birbirine benzeyen içleri/ruhları boş birer görüntüye, cesede dönerler.

Efendimizi aramızda “ceset/beden olarak” değil, “ruh/ideal olarak” yaşatmak böyle bişey olsa gerek. O, içimizde (aramızda) bir ruh olarak yaşıyor; O’nun ruhunu (manevî misyonunu) bırakıp ya da terk edip, sadece bedenine (şekline, şemâiline) sahip çıkmak, şeklinden ruhuna gidememek ya da ‘ruhunu bugün yaşanan hayatın görünen bir şekline büründürememek’!, Onu anlamamaktır, Onu bölüp-parçalamaktır.

Güzelliği belirleyen unsur, sadece dışsal görünüm = görsellik değil; güzellik, sadece dış güzellik de değil aynı zamanda iç güzelliktir, ruhun güzelliğidir. Ruhu (içi) güzel olmayanda dış güzellik sırıtır; sırıtmasın diye de makyajla kapatılır. 

Üsve-i Hasene, güzel örneklik, güzel model, güzel örnek oluş ise, bu güzellikte hem iç hem dış güzellik olmalıdır; dış güzelliğe ruh güzelliği yansımalı/yansıtılmalıdır; dış güzellikten iç güzelliğe geçilemezse, bu güzellik solar. Sünnete böyle yaklaşırsak, işte o zaman Üsve-i Hasene olan Efendimizi “gerçekten öldürmüş” oluruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET