NARKOZ, HİPNOZ, UYKU ve ÖLÜM

Narkoz, bedene; hipnoz, ruha/düşüncelere yapılacak operasyon için verilir. Uyku, yorulan bedenin (benin) dinlenmesi; ölüm, dünyadaki hayatın sona ermesidir.

Hiç narkoz (genel anestezi) aldınız mı bilmem; ben iki kez aldım; anestezinin/narkozun etkin olduğu süre boyunca kişi neler olduğunu hatırlamıyor; bedenimiz kesilince acı duymayalım diye uyutuluyoruz, hislerimize ve bilincimize bloke konuyor. Ölmüyoruz, nefes alıp-veriyoruz, kalbimiz/nabzımız atıyor/muş. 

Kişi, anestezide “anestezik” ilaçlarla uyutuluyor, o ilaçların tesiri geçince de ayıltılıyor, uyandırılıyor, buna reanimasyon/yeniden canlandırma deniyor ama can çıkmıyor, insan ölmüyor ki!; hipnozda herhangi bir ilâç kullanılmıyor, kişi “telkine” uğruyor; telkin, fikir aşısıdır; fikirlerin çoğu bilinci uyutur, uyuşturur.

Hangi fikir uyutmaz, uyuşturmaz?!

Eleştiriyi (sorgulamayı) yedeğinde/yanında tutan fikir/ler. Bu fikirler bırakın uyutmayı/uyuşturmayı, aksine/tam tersine bilince kan/can/enerji verir, onu dinamik, enerjik, diri ve uyanık yapar.

İdeolojilerin çoğu uyutur, uyuşturur; dinler de öyle, İslâm hariç ama bu Ed-Dîn olan İslâm; geleneksel, ruhu boşaltılmış İslâm değil. Rahmetli Şeriâtî bunu çook nefis ifâde etmişti ‘Dine karşı Din’de.

Allah’ın dini (Ed-Dîn olan İslâm) kişiyi uyanık kılmak, kandırılmasını, haksızlığa, zulme uğramasını önlemek için indirilmiştir; onu indiren Allah, indirdiği Kişiyi/Kişileri (Elçileri/Nebîleri) “UYARICI = NEZÎR” olarak nitelemiştir.

Bugün bu din uyutmak için kullanılıyor!. 

(Bu, nasıl yapılıyor, uzun bir konu, inş. bir gün yazarım. Sizler birer dindar olarak bunu bu çağda fark edemediyseniz uyuyor/uyutuluyorsunuz!; bir ateist olan Marx bunu 150-200 yıl önce fark etti ve ‘din, afyondur.’ dedi. Tabiî onun kast ettiği din Hristiyanlık’tı ama aynı şey bugün İslâm’ın da başındadır.)

Bilinç (sorgulama/eleştirme) elden giderse, kişi ne yaptığını, neye, neden inandığını bilmez, bilemez; birileri onun bedeninde ve ruhunda operasyonlar yapmaya başlar.

Bilinci uyanık/diri tutan “zikirdir =  unutmama = hatırlamadır” ama bu zikir/unutmama tesbih boncuğunu saymak değil, yaptığı şehâdeti (verdiği sözü) sürekli hatırlamak ve o sözü yerine getirmek için sürekli çalışmak, görev bilinci ya da vazife şuuru ile hareket etmektir. Görevi ihmâl etmek ya da terk etmek çook büyük toplumsal, siyasal, ekonomik (maddî-manevî) yaralar açtı/açıyor; meydan, şeytanlara/tağutlara, putlara kalıyor, bırakılıyor, böyle olunca insanlar uyutuluyor, kandırılıyor.

İbâdet (kulluk) bu şuurdur, ibâdeti terk etmek yasaktır/haramdır. Tüm ibâdetler (namaz, oruç, zekât, hacc) böyle bir bilinci/uyanıklığı sembolik olarak bünyelerinde taşırlar. İbâdet terk edilirse kulluk (görev, vazife) unutulur ama biz vazifeyi (görevi/ibâdeti) sadece sembolik kıldık/yaptık; namazı yat-kalka endeksledik; orucu bir aylık perhize, bir ay aç kal ama açları düşünme; zekâtımız ya yok ya da üç kuruş, 1 litre suyla yıkanma gibi, hac turistik travele dönmüş... hasılı bize din diye öğretilen öğretinin içi boşalmış, ruhu ve enerjisi sönmüş!...

Birileri ondaki koru yeniden canlandırmalı; canlandıranlar varsa onlar bulunmalı ve Hz. Mûsâ (a.s.) gibi yakınlarına “Ben bir ateş gördüm, size ondan bir kor getireyim” denilmeli.

Her geçen gün ateşimiz düşüyor/sönüyor, ölüyoruz!.

...

Yorulunca uyunan normal uyku, mecbûrî, uyumak zorundayız, uyumazsak halsiz/takatsiz kalırız ama bu uykuda Rabbimiz bize “operasyon” çekmiyor, yeniden enerji/güç veriyor, bu esnada da bizi “checkuptan” geçiriyor, “röntgenimizi” çekiyor, uyanık geçirdiğimiz saatlerde neler yaptığımızı “görüyor” ve bizi “denetliyor”!.

Ölünce de hesabımızı görecek!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET