EZAN

Aslında ezén (اذان), peltek ze. Üznün/Ézénün, kulak. Ezine, dinlemek, duymak. Ezzene, seslenmek, ötmek (horozun ötmesi). Ézene, bildirmek, tavsiye etmek. İzn, izin, müsaade, icazet. Teezzene, ilân etmek, huzura çıkarmak. İste’zene, izin istemek. Me’zen/mi’zen, (çoğ.) mâzin, minare. Ezénen, ezan ve kamet. Müezzin, ezancı. (Sondaki nunu sükûn nunu olarak görürsek ki göremeyiz, kelime kökü : Elif, ze ve nundur), müezzî, eziyet edici, eziyet verici, incitici, zararlı demek olur.

Ezan :

Namaza yüksek sesle, yüksek bi yerden (minareden) yapılan çağrı.

Beş vakit yapılan dinî duyuru. 

Ezanın içeriğinden söz etmeyeceğim; ezan, tam bir dinî manifesto ama o manifestonun, çağıran da çağırılan da farkında değil. Ezan okuyan (müezzin) okuduğunu anlamıyor; duyanlar da onu dinlemiyor sadece sesini (bises) duyuyor; gündelik (sıradan)! bir duyuru yapıldığını düşünüyor, kulak veriyor ama ne dediğini bilmiyor/anlamıyor.

Müezzin, davetçidir; Müslüman ahâliyi namaza davet eder ama ahâlinin çoğu bu davete uymaz, namaza gelmez. 

Daveti mi, davet edeni mi önemsemez? Neyi önemsemez de bu daveti/ezanı dinlemez?!.

Niye dinlemediği, niye bu davete uymadığı, icabet etmediği hakkında biraz "farazî fikir" yürütelim.

İnsanlar ya da Müslümanlar,

Ezanı Müslümanların namaza çağrısı olarak bilir ama namazı (namaz kılmayı) bilmediği için gitmez.

Müslüman olmadığı için gitmez, ezanı duyar ama dikkate almaz.

Ezanın bir camiye (toplanma/toplantı yerine) gel! çağrısı/daveti olduğunu bilir ama toplantıda ne yapılacağını, gündemde neler konuşulacağını bilmediği için ilgilenmez.

Toplanma (toplantı) çağrısı yapan davetçi (müezzin) de gündemden bîhaber olduğu ve toplanmayı (toplantıyı) çook ciddîye almadığı için ciddî, içten, samimî bir çağrı yapmaz!.

Toplanmanın/toplantının ve gündemin biönemi olmazsa çağrı da önemini yitirir. İşsiz birini, iş görüşmesine çağırmakla, maça (gitmeye) çağırmak arasında çok büyük fark vardır.

Çağıran (davetçi) çağırdığını (davet ettiği şeyi) bilmiyorsa, sadece çağırıyor/çığırıyordur. Ezan söz konusu olunca da sadece ezan okuyor = ezanın kendisini okuyor; ezanla insanları bişeye davet etmiyordur. 

Güzel Kur'ân okuma ve güzel ezan okuma gayretlerinin arkasında Kur'ân’ın ve ezanın kendisini güzel sesle okuma vardır, bunun Kur'ân’ın ve ezanın istediği ve insanları çağırdığı hayatla bir ilgisi yoktur; estetik olma ve musikî beceriyi gösterebilme çabası/gayreti var; yarış, kim daha güzel Kur’an ve ezan okur yarışıdır!; biz insanlara ne okuyoruz ve onları neye çağırıyoruz’u anlama yarışı değildir.

Okuduğunu anlamama, okumada ilk düzeyde kalma, ikinci düzeye geçememe, “okumanın içini” böyle boşaltır. Bu konuyu 17 Ocak 2022 tarihinde yazdım ve blog’a attım; daha fazla ayrıntı isteyen oraya https://bilmekisteyenlericin.blogspot.com bakabilir.

(Not : Bazı insanların uyarı yazısı geldiği için blogu açmakta tereddüt ettiklerine şâhit oldum; o uyarı virüs değil, kullanım şartları/topluluk kuralları uyarısı; anlıyorum ve devam etmek istiyorum butonuna basıldığında irili-ufaklı 400’ün üzerinde yazı ile karşılaşacaksınız. Bu yazıları rahatlıkla paylaşa da bilirsiniz.)

Neyse biz konumuza devam edelim.

Çağrıyı (ezanı) dinleyip de o çağrıya uyarak camiiye gidenler beklediklerini bulmuyor olabilir?! Belki bikaç kere onlar da gitmişlerdir de gittiklerinde umduklarını bulamamışlardır; artık gitmek (o çağrıya uymak) istemiyorlardır!.

Belki de ne dendiğini bilmiyorlardır. 

Belki de çağırıcı (müezzin) insanları “bilmeden boşuna” çağırıyordur; onlar da çağrıya uyup gidince “memnun” olmadan geri dönüyor ve bidaha o çağrıya kulak vermiyorlardır.

Belki de o çağrıya muhatap olanların çoook azı, o çağrıya her yerde ve her zaman uyuyor, Rabbi ile her yerde ve her zaman buluşuyor, yeryüzünü “mescid” belliyordur ve “modern camiileri” sevmiyordur.

Davete muhatap olanların önemli bikısmı da kendi davetçisinin/çağrıcısının (müezzininin) davetine (çağrısına) uyuyor, kendi cemaatine katılıyor, kendi imamının/önderinin arkasında duruyordur.

Çook büyük bir kesim/grup da davete uyup da camiiye giden, cemaate katılan kişilerin (cemaatin) aslında “dişe dokunur, işe yarar bişey yapmadıklarını, sürekli toplandıkları hâlde ortaya bir “çözüm projesi” koyamadıklarını görüyor; gidenlerin "sadece gidip-geldiklerini ve yatıp-kalktıklarını" düşünüyor olabilir.

Bu “varsayımlar” artırılabilir. Varsayım diyorum, çünkü bunlar test edilmiyor; doğru da olabilir yanlış da. Çağrının (ezanın) neden “rağbet görmediği” (ezanın içeriğini kast etmiyorum, çağrıyı kast ediyorum.) bu testlerin yapılmasına bağlı.

Ezanı duyduğu, onun ne dediğini bildiği hâlde o çağrıya uymayanların bi kısmı kendilerini; bi kısmı da müezzini samimî bulmuyor olabilir.

Ya da ezanın insanları çağırdığı dünya/hayat ile yaşanan dünya/hayat arasındaki makasın çook fazla olması, insanların camii ile aralarındaki mesafe gibi ya da ondan daha büyük olabilir!.

Ya da camiiler (imamlar, müezzinler), insanlar için umut olmaktan çıkmış olabilir...

Bu yazıda size epey varsayımda bulundum, yazı uzadı; sizi hayal dünyamda gezdirdim. Niyetim böyle bitirmek değildi ama hayalin insanı nereye götüreceği belli olmuyor; hayale de bir rehber (imam) gerekiyor; bugün sizi rehbersiz bir seyahate çıkardım. Yine de bu yazıyı şu temennî/duâ ve Arif Nihat Asya’nın şu muhteşem şiiri ile bitirmek istiyorum. Ya Rabbi!. 

“Biz kısık sesleriz

Minareleri, Sen, ezansız bırakma Allah'ım!

Ya çağır şurada bal yapanlarını,

Ya kovansız bırakma Allah'ım!

Mahyasızdır minareler...

Göğü de, kehkeşansız bırakma Allah'ım!

Müslümanlıkla yoğrulan yurdumu,

Müslümansız bırakma Allah'ım!

Müslümansız bırakma Allah'ım!.”

Ezan anlaşılmasa, o çağrıya uyulmasa da o seslenişte bir umut daima vardır. Uzun süre ezan okunmayan bir ülkede yaşayanlar bunu daha rahat anlıyor/muş; öyle diyorlar; ben bilmiyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET