ÖZGÜRLÜK ve BAĞIMSIZLIK

(İçimdeki ses, son yazıya -Kendini Tanıma- yanlış yerde nokta koydun, insanların zihninde soru işaretleri kalmış olabilir dedi ve bu yazı yazıldı.)

Özgürlüğü daha çok içsel; bağımsızlığı da daha çok dışsal bağlamda kullanıyoruz. İkisi de kişinin maddî-manevî bişeye kendini bağımlı, muhtaç ve mecbur hissetmemesi, tamamen kendi “keyfine = isteğine” göre davranması/yaşaması anlamındadır.

Bu, mümkün müdür?

Önce dışsal bağımsızlık (özgürlük). Kim, ekmeğe, suya, havaya, güneşe, toprağa (eve, arabaya, arkadaşa, eşe-dosta vs.) muhtaç olmadan tek başına yaşayabilir?!. Buna kurumsal kimlikler (devletler ve şirketler) de dahildir.

İçsel özgürlüğe (bağımsızlığa) gelince, içimizde onca istek/arzu, duygu, düşünce/fikir, yargı, tercih, hayal var. Ben bunların hiçbirini dinlemeyeceğim, kendime (keyfime) göre yaşayacağım diyebilir misin; derseniz, siz kimsiniz?!.

Derseniz, siz tamamen rastlantısal ve belirsizlik içinde, zifiri karanlıkta (zulumât içinde) yaşarsınız; kimse sizi tanıyamaz; sürekli karar değiştirir, çelişik/tutarsız davranırsınız. Söz verirsiniz, sözünüzde durmazsınız. Meseleyi daha da somutlaştırayım. Oturduğunuz evi beğenmiyorsunuz, yeni bir ev aldınız, içini yaptırdınız ve taşındınız; taşınır-taşınmaz içinize bir istek (duygu) doğdu, ben bu isteğe (duyguya) da bağımlı olmak istemiyorum dediniz, eşya taşıma firmasını çağırdınız, adamlar geldi, eşyaların bir kısmını taşıdılar; taşınmaktan vazgeçtiniz, adamlara para da vermek istemediniz, tam o esnada canınız sinemaya gitmek istedi; gittiniz, adamlar eşyayı öylece sokak ortasında bırakıp gittiler, geldiğinizde eşyalarınız ortada yok/gitmiş... böyle bir hayat yaşanır mı? Millet size deli demez mi?!.

İnsan, içindeki duygu, düşünce/fikir, yargı ve tercihlerinden oluşan içsel hayatını da, dışardaki ihtiyaçlarını gideren işlerini de bir düzene sokmak zorundadır.

İçeriyi de dışarıyı da (bunun dindeki adı âfak ve enfüs’tür) en mükemmel düzenleyen ve yöneten, mükemmel bir ilâhın olması zorunludur!. 

O, âlemlerin de insanların da Rabbi, Meliki, İlâhı olan Allah’tır.

“De ki : Ben, insanların Rabbine; insanların Melikine; insanların İlâhına sığınırım; hannâsın şerrinden, o hannâs ki, insanların ve cinlerin sadrlarına (kalplerine, düşüncelerine, duygularına, kararlarına) vesvese verir.” (114/Nâs, 1-6.)

Allah’a inanmak/güvenmek, insanın içini ve dışını düzenli kılar. İman, bunun için gerekli ve değerlidir. 

Allah dışında (min dûnillah) birine güvenmek, içi de dışı da bozar. İçerden birine (kendimize) güvenirsek nefsimizi; dışardan birine (kişi, kurum, kral vb.) güvenirsek tağutu ilâh edinmiş, Allah’a şirk koşmuş oluruz.

Son sûre tevâfuk olsun, bence bu yazı son olsun ama yazıları samimî ve doğru buluyorsanız, sizden ricam tekrar tekrar okuyun. Ben, doğru bulduğum yazıları tekrar tekrar okurum. Hele Allah’ın Kitâb’ından ezberlediklerimi her gün (100 sayfaya yakın ezberim var), her rek’atta 2,5-3 sayfa; ezberleyemediklerimi de çok kısa aralıklarla ağır-ağır (tertil üzre) okurum; inanın çook büyük faydası var, her okuyuşta anlamanız zenginleşir.)

Şimdilik yetsin diyorum ama bilâhare içime bibaşka “ses” doğarsa, belki devam ederim.

Hoşçakalın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET