ŞEYTAN BİZİM NEREMİZDE?

Son söyleyeceğimi ilk söyleyeyim. Hem içimizde hem dışımızda, (bizim) arzularımızda; benim arzumda, senin arzunda, bizim arzularımızda.

İnsanda bir çook arzu var; bu arzuları gruplarsak kabaca iki gruba ayırabiliriz. Bu gruplamayı açıklamak için yapıyorum, arzuların kendi aralarındaki iletişimi ve etkileşimi çok güçlüdür, onları neredeyse birbirlerinden ayırmak mümkün değildir. Bu iki grubun ilki, bizim öz arzularımız, bizi biz yapan, kişiliğimizi inşâ eden arzulardır;  bir arzu, bu arzuların yapısına uygun değilse bize yabancı/ters gelirse, onu reddederiz; bunlara da ikinci grup arzular, bizimle çatışan arzular diyebiliriz. Diyelim ki ilk arzular, bizi, insanları düşünen, insanlara yardım ettiren, paylaşımcı-fedakâr biri yapıyor ve bize sürekli elimizdekini/malı, aklımızdakini/bilgiyi insanlarla sürekli paylaşmamız yönünde ‘dürtüklüyor’!; ötekiler de tersini söylüyor, bizi bencilliğe sevk ediyor; bibiri biöteki galip geliyor; içimizdeki çatışma, (inanmazsak) ilelebet sürüp gidiyor...

Arzularımız dış dünyadan da etkilenir. Hep verdiniz ama kimse sizin kadrinizi kıymetinizi bilmedi, üstelik iyiliğe kötülük gördünüz; böyle bir durumda ikincil arzularımız devreye girdi ve bizzat yaşadıklarımızla da (dış dünya verileri ile de) işbirliği yaptı, birincil arzularınıza galip geldi; bu sefer de biz bencil biri olduk; bunun tersi de olabilir; başta bencil, sonra fedakâr olabiliriz; bunun gibi, bir sürü arzu ve arzu ilişkisi var, bunlar bizi bir hâlden başka bir hâle sürükler.

Eğer neyin doğru olduğunu bilmezsek, doğru olan bir dine (doğru Olan Bir’ine = Allah’a) güvenmezsek, gelgitlerimizin sonu gelmez; kendimizi bukalemuna çeviririz; nefsini ve bibaşkasını ilâh edinenin hâli, işte böyle bir durumdur. 

Dış dünyada da durum aynıdır; aynı tür çatışmalar orada da yaşanır. Dış dünyanın sahte ilâhları da aynı arzularla boğuşur, hangi arzuların “doğru” olduğunu bilemez ve kararlı bir tutum/tavır takınamazlar; kâh oraya kâh buraya sürüklenir dururlar. 

İşte şeytan, bu kararsızlıktadır, bu kararsızlıktır; o, hem içerde hem dışardadır.

İman, bu kararsızlığa/çatışmaya ‘dur’ diyen, bu çatışmayı durduran ve "gerçek doğruda" karar kılan, böylece kişiyi emniyete/huzura kavuşturan sarsılmaz bir kaledir, nimettir. Buna rağmen kişinin imandaki kararlılığını sınamak için yine de insanın hem içinden hem dışından kendi aralarında uyumlu olmayan bir sürü arzu (kişi ölünceye kadar) saldırmaya devam eder.

Bu kaleye saldırı gerçekleştiren içsel ve dışsal her arzu, şeytandır, şeytanîdir. Bu arzu/lar da teşkilatlanır, güçlenir (hizb-i şeytan) ve o kaleye toplu (tüfekli) saldırıda bulunurlar. Bu saldırıya karşı imanı, imanın kalesini güçlendiren arzular da (o arzuların sahipleri de) teşkilatlanmalı, güçlendirilmelidir (hizbullah).

Bilinmelidir ki şeytanın hizbi (taraftarları) zayıftır; çünkü sürekli şekil (amaç, kimlik/kişilik) değiştirir; Allah’ın Hizbi ise güçlüdür, çünkü aynı amaç/hedef için, bir duvarın/kalenin tuğlaları/taşları gibi birbirlerine kenetlenmişlerdir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET