İRADESİZLİK!

İradesizlik isteksizlik değildir, kişinin karşılaştığı şeyler/olaylar karşısında kendinin bikarar verememesi, her şeyi oluruna bırakması, dış dünyanın onu yönetmesi, akışın/trendin onu sürüklemesine izin vermesidir; yeni trend metaverse = artırılmış gerçeklik, tam da budur; bizim adımıza birilerinin karar vermesidir.

Günlük/gündelik hayatta biçoook şeyle karşılaşıyor, biçoook şeye maruz kalıyoruz; bunlar karşısında biz ne yapıyoruz?!. Şurası kesin, yaşadığımız kültürel ve sosyal evreni artık biz oluşturmuyoruz; “özne” biz değiliz!. Sanal (gizli) özneler bizi bizden daha iyi “biliyor” ve bizim “duygularımızla oynuyor”!. Ne tür filmleri seviyoruz, ne tüketiyoruz, ne ile ilgileniyoruz, aylık neye, ne kadar para harcıyoruz, tatil için nereyi “tercih” ediyoruz vs... Tercih diyorum ama aslında bu bir tercih değil; bilinç-altımız “işgal altında” olduğu için yaptığımız tercihleri kendi tercihlerimiz sanıyoruz. 

Bizi bir ömür oyalayacak oyuncaklarımız var!. Bu oyun bize kendimizi unutturuyor!. Kendimizi unutunca da bikarar veremiyoruz ve her şeyi akışına (oluruna) bırakıyoruz; ancak böyle rahatlayabiliyoruz!. İrade kullanmayınca, kendimizi su birikintisinin üzerindeki “çöp”, ya da akan nehirde yüzen “yaprak” gibi hafif hissediyoruz!.

Kişi, irade kullanınca insan olduğunu hisseder!.

Bilmediği birinin ya da kendi gibi birilerinin iradesine tâbî olursa rahatsızlık duyar; çünkü o birileri onu kendi ihtiyaçları için kullanır. (İnternet şirketlerinin ve tâğutî düzenlerin yaptığı budur; modern/çağdaş kölelik budur.)

Adâlet ve hakkaniyetten başka hiç bir şeye ihtiyacı olmayan (onları da kullarının ihtiyacı için şart koşan) Allah, bunların dışındadır.

Allah’a kul olmayan, her şeye kul olur!.

Allah, insana iradeyi Kendi’sine kul olunması için vermiştir. Kelime-i Şehâdet, Allah’a kulluğun irade beyanıdır. Kelime-i Şehâdet getiren (Eşhedü diyen) biri, ‘ben Allah dışında kimsenin beni yönlendirmesini (yönetmesini) kabul etmiyorum’ demiş olur; iradesinin hakkını bihakkın/tam vermiş kabul edilir ve savrulmaz, dik/omurgalı/onurlu bir duruş (tavır) sergiler.

Ayağa kalkış (diriliş/ikâme) budur!. Bunun sembolik göstergesi namaz/salât; pratik göstergesi hayattır. Namaz/salât bizi diriltmiyor/ayağa kaldırmıyorsa, namaz/salât (din) bilincimiz (niyetimiz/irademiz) zayıf ve namazı bir “ritüel” olarak görüyoruz demektir. Rabbimiz, Mûsâ (a.s.) ile “görüştüğünde/konuştuğunda”, “Ben, Allah’ım; Ben’den başka ilâh yok; Bana kulluk et; Ben’i (= Bana kulluğu) hatırlatan namazı/salâtı ikâme et!.” = “innenî Ene-Allah’u lâ ilâhe illâ Ene, fæ’budnî ve eqımu-s salâte lizikrî.” buyurur. (20/Tâ-hâ, 14.)

Namaz/salât, iradeyi güçlendiren ve bu güçlü irade ile pratik hayatta etkili olan bir ibâdet olarak görülmedikçe, onu (namazı) ne kadar “önemsersek önemseyelim, değer verirsek verelim”!, Şuayb (a.s.)’ın inkârcı kavminin verdiği değeri bile veremeyiz!. Ne diyordu onlar? “Ey Şuayb!. Atalarımızın kulluk ettiklerini bırakmamızı (Tek Allah’a kulluk etmemizi) ve mallarımızı istediğimiz gibi kullanmaktan vazgeçmemizi senin salâtın/namazın mı emrediyor?!. Oysa Sen yumuşak huylu aklı başında bir adamsın.” (11/Hud, 87.)

Namazı/salâtı iradesizliğe bir “panzehir” olarak görmenin zamanı geldi de geçiyor bile!.

(Oysa bizler namazı hâlâ bir “kaçış” olarak görüyoruz. Namaz bizdeki ölü toprağı silkeleyemiyorsa, bize kan/can, irade veremiyorsa onu hakkıyla edâ (ادى) edemiyoruz (اضاع/zâyî ediyoruz) demektir.)

“Onların arkalarından gelen sonraki nesil, salâtı zâyî ettiler ve şehvetlerine uydular. Yakında (yaptıkları) kötülükler/i kendilerine dönecektir.”

فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا

(19/Meryem, 59.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET