SİSTE GÖRMEK

Sis, görüş alanını kısıtlar. Sis, havadaki ısı kaybından (soğumadan) dolayı bulutların alçalması ile oluşur; bu bulutlara stratus bulutları denir.

Düşünce (fikir) ve dinî dünyada da hava sisli olabilir, sislidir de; böyle olunca da bir fikir ya da dinî bir mesele (dinin bütünü/tamamı) de net görül(e)meyebilir, görülmüyor.

Normalde yükseklik arttıkça hava soğur ama yukarıdaki hava sıcak, aşağıdaki (yerdeki) hava da soğuksa ki buna havanın ters karşılaşması denir, yükseklik arttıkça sıcaklık da artar (aşağıdaki soğuk hava sıcalır) ve sis meydana gelir; hava ısınınca (normale dönünce, ‘güneş’ doğunca) sis ortadan kalkar.

Havadaki sis, yer ile havanın ısı konusunda bitür uyumsuzluğundan oluşur; aynen bunun gibi, düşünce (fikir) ve din dünyasındaki sis de, düşünce (fikir) ve din adamların kendi aralarındaki ve de onların muhatapları arasındaki uyumsuzluktan oluşur. 

Siste görüş mesafesi kısalır; şeyler (fikirler, düşünceler) net ya da hiç görülemez hâle gelir; bişey gördüğünü zanneden de, yanılabilir.

Siste göremeyen, o(t/d)urup beklemeli ya da gözünü “keskin” kılmalıdır; sis farları (sis farlarının ışıkları) sisli havadaki su taneciklerini (su buharını) delip geçer.

‘Sisli havada’ insandaki gözün de böyle bir işlevi olabilir mi? 

Olabilir, olursa; bu göz bakmaz, görür; buna basîret denir. Her bakan göz, görmez; her gören de gördüğünü doğru görmez; basîret doğru görüştür, onun yardımcısı ferâsettir.

Basîret, idrak, anlayış; ferâset, iz’an, seziş ve kavrayıştır. Basîret ve ferâset sahibi biri, şey(ler)in (düşünce/ler/in) tamamını “göremese de” onlara ait ipuçlarından (işaretlerden, âyetlerden) onu/onları “görür, tanır”!. (İki görmenin farklı olduğunu seziyorsanız, siz de siste görmeye namzetsiniz.)

Görmede, görülenin (şeyin ya da düşüncenin), görenin (gözün) ve hava durumunun etkili olduğunu biliyoruz. Havayı ve görüleni düzeltemiyorsak, kendi gözümüzü (görmemizi) düzeltebilir miyiz?.

Sakın haa!; böyle gören insanları evliyâ filan saymayın, onlara saygı derecesinde tapmayın!. Böyle söylemekle bu insanları küçümsüyor değilim; onlar görebiliyor, biz göremiyoruz, önemli olan bizim de onlar gibi görmemiz; din herkesin onlar gibi olmasını ister, onlara “tapmasını”! değil. Ayrıca bu durum tek başına bir meziyet de değil; gözünü karanlıkta görmeye alıştıran bir sürü insan var. Hayvanların biçoğu (meselâ köpekler) karanlıkta görüyor... Bu görüş, onların kendilerini “ilgilendirir”, kendilerinin “kazasız-belâsız” yol almalarını sağlar. Biz de onlara güvenip onları takip etmek istersek, onların arkasından yürürüz; ya da yolda kalır/durur, havadaki sisin dağılmasını bekleriz ya da siste yol alabilecek kadar görüşümüzü keskinleştiririz.

Üçüncü yol, zor ama en güvenilir yol. İlk yol, bizim yolunuz değil, peşine takıldığımız adam(lar)ın yolu, onun gitmek istediği yerle bizim gitmek istediğimiz yer, aynı olmayabilir; o adam(lar), bizi beğenmeyeceğimiz bir yere götürebilir. İkinci yolda da (burada yöntemde, beklemede de), zamanımız (ömrümüz) varmak istediğimiz yere yetmeyebilir.

...

Hava açık ama ben göremiyorum diyorsak, beynimizde ya da kalbimizde sis vardır ama bence, hem havada hem de beynimizde ve kalbimizde sis var; katmerli sisin içindeyiz; hiçbişeyi net göremiyoruz.

Herkes gördüğünü takip ediyor, ‘modern cemaatler ve mezhepler’ de böyle oluşuyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET