TARZ

Tarzı, yetişme/yetiştirme ile beraber kullanacağım. Her insanın bir yetişme/yetiştirilme tarzı vardır; kimi yetiştirilir kimi de “kendi kendine”! yetişir; aslında kendi kendine yetişen de yetiştirilir; kimini anası-babası (öğretmenleri) yetiştirir kimini de Rabbi.

Efendimizi yetiştiren bir ana-babası, öğretmeni olmadı; O, yetim büyüdü; O’nu Rabbi yetiştirdi; = O, kendi kendine yetişti, kendini yetiştirdi. Büyüme, yetişme değildir. 40-50 yaşına gelmiş/büyümüş ama yetişmemiş biiir sürü insanın olduğunu biliyoruz.

Kendi kendine yetişmeyeni, kendini yetiştirmeyeni, kimse yetiştiremez!. En iyi ana-babaya, en iyi öğretmenlere sahip olsa, en iyi okullarda okusa/okutulsa da...

Kişiyi Rabbi yetiştirirse, onu Mûsâ (a.s.) gibi bir nehre de terk ederek bir Firavun’a teslim eder; Muhammed (a.s.) gibi bir “yetim” de ederek bir dedeye (amcaya) teslim eder.

Çünkü bizler, bir ağaca verdiğimiz değeri bir insana vermiyoruz; ağaç yetiştiriyoruz ama insan yetiştiremiyoruz!.

Tüm “yetişmiş insanlar”, zor şartlarda (zorluklar içinde/n) yetişmiştir. Beled Sûresinin 4. âyetini ben böyle anlıyorum. 

“Biz insanı gerçekten zorluk içinde yarattık.”

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ

Allah’a zorluk olur mu?!.

Bu âyet, Biz, insanı zorluklara dayanıklı yarattık; onu zorluklarla dolu bir hayatın içine gönderdik; demektir. Sonraki âyet, gerekçeyi de açıklar : “İnsan, kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini sanmasın (şımarmasın) diye.” der.

Hıra, kişinin kendini kimin ve nasıl yetiştirdiğini bilme = tefekkür etme mekânıdır.

Efendimiz orada bunu fark etmiştir; kendini yetiştirmiştir.

Yetişmesi gereken yere yetişmiştir.

Efendimiz orada, buluşması, kavuşması “Gerekenle”! buluşmuş, O’na kavuşmuştur ve O’ndan “Ben buradayım”! nidâsını işitmiştir.

...

Mûsâ (a.s.)’ın dağı Tûr idi; O, orada Rabbi ile buluşmuş/konuşmuştu, Rabbi O’na (orada) bir ışık/ateş göstermiş, O da o ateşin peşine takılmış, orada Rabbi O’na “innî ene Rabbüke = Ben Senin Rabbinim, Ben Allah’ım, Seni Kendime seçtim...” (Bknz. 20/Tâ-Hâ, 12-14.) demişti; Efendimizin Tûr’u da Tûr-u Nur’du/Nur Dağı idi, O’nun ateşi de O’nu, oradaki mekâna, Hira’ya = o mağaraya çekti; orada da O’na seslenildi.

Rabbin kuluna seslen(ebil)mesi için kulun “kadir kıymet bilmesi”, vefâlı, emîn olması, kimseyi üzmemesi, kandırmaması, gönlünün temiz olması şart olmalı!...

“Sıradan, temiz olmayan” insanlar seçilmiyor. 

“Allah, Meleklerden de Resuller seçer, insanlardan da. Kuşkusuz, Allah, her şeyden haberdar olandır, her şeyi görendir.”

اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا وَمِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ

(22/Hacc, 75.)

O, kimin nasıl bir hayat yaşadığını, ne düşündüğünü, ne olmak (yapmak) istediğini bilen, insanın her şeyini görendir.

Bilen, bilindiğini (de) bilir. “Bilen”, kişinin ne tür bir derdi olduğunu da bilir ve onun derdine derman (ortak) olur.

(İki ‘Bilen'i’ karıştırmayalım lütfen!.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET