İNNÂ LİLLAH...

"İnnâ lillaHi ve innâ ileyHi râciûn." (2/Bakara, 156.)

Bu cümleyi genelde biri öldüğünde söyleriz ve bu cümlenin anlamını daraltırız. 

Bu cümlenin geniş anlamı nedir?

Kelime kelime gidelim sonra da toparlayalım. İnne, kesinlik edâtı; â, elif ama bu elif nahnu’daki bize gider, biz, demektir; li, için harf-i cer’i; Allâh, Allah; i, harf-i cerden dolayı mecrur (esre); ve, atıf harfi; ileyHi, ilâ harf-i cer’ine Hû zamiri bitişmiş (Hû Allah’a gider), harf-i cer Hû’yu da mecrur (kesre) yapmış; râciûn, racea fiilinin muzari müzekker çoğulu; anlamı : kesinlikle bizler Allah içiniz (sondaki râciûn, bu ifadeyi ‘geldik’ şeklinde bir anlama kavuşturur) ve (yine) biz/ler O’na (Allah’a) döneceğiz.

Bu cümle biz’i “el var bir” kabul eder. Biz, “olmasaydık”! bu cümleyi söyleyemezdik; varız ki söylüyoruz.

Var olmadan önce neredeydik?

“O’nda!.” O’ndaydık yine O’na döneceğiz!.

Bu, çoook büyük bir sırdır!.

Ama O, hem Azîz, hem Ğafûr, hem Kahhâr, hem Rahmân, hem Rahîm, ... leHu-l Esmâ-ül Hüsnâ.

Bu dönüş, O’nda oluş (yok oluş)! değilse, O’na dönünce, ne olacağız?!.

Bu dönüşü O’nda yok oluş olarak anlayanlar da var; İttihadçılar, Vahdet-i Vücudçular ve Panteistler gibi.

‘Yok oluş mutlak anlamda bir yok oluşsa’, bu bizim de ‘mutlak yok oluşumuz anlamına gelir ki, o zaman bu hayatın bi anlamı olmaz, bütün yapıp-etmelerimiz “boş” olur.

Oluş, nasıl uzuuun bir süre/ç almışsa (hıynun min-ed dehr, milyarlarca yıl), yok oluş da yine çook uzuuun bir süre/ç alabilir; belki de hiiiç bitmeyebilir; O bilir.

Biterse!, kimi O’nun Kahhâr İsm-i Şerîf’inde, kimi Rahmân İsm-i Şerîf’inde “yerini” alır. Yanlış anlaşılmasın!, İsimlerden söz ediyorum Zât’tan (Allah’tan, Allah’ın Zât’ından/Kendinden) değil.

İş, “O’ndan geldik O’na döneceğiz.” demekle bitmiyor. Önemli olan “dönünce” bizleri neler bekliyor!.

Gelişimiz kadar dönüşümüz de kesin.

Geliş ile dönüş arasındaki bu hayat (dünya), bizim ‘oluş’umuz. Bu ‘oluş’ta kimimiz Müslüman, kimimiz kâfir, kimimiz münafık, fâsıq, fâcir, ... ‘ol’muş olarak döneceğiz.

O, kimimizi “kabul” edecek; kimimizi de “red” edecek!.

Raddettiklerinin de kabul ettiklerinin de nereye gidecek olduklarını biliyor olmalıyız. (Cennet ve Cehennem.)

Cennet ve Cehennem bir yerse ya da bir makamsa, ilki iyi, ikincisi kötü bir yer/makam olmalı!.

Bir de “O’nun Kendi Makâmı” var!. O’nun adı Rıdvân!. “... ve Rıdvân-un minellahi Ekber.”

“Allah, Mü’min erkeklere ve Mü’min kadınlara, içinden ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları Cennetler ve Adn Cennetlerinde temiz yerleşim yerleri söz verdi. Allah’ın razı olması çook daha büyüktür = ekberdir. İşte büyük/azîm başarı = fevz/feyz budur.”

وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ أَكْبَرُ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

(9/Tevbe, 72.)

Allah, va’dinden (verdiği sözden) dönmez!.

...

Okudum, adam oldum; çalıştım zengin oldum; ünlü oldum; şu oldum, bu oldum diyenler; ötede ne olduklarını (olacaklarını) düşünseler de ona göre yaşasalar iyi ederler.

Buradaki ‘oluş’la, ötedeki ‘oluş’ aynı olmayabilir!.

Mutlak yok oluş yoksa!, ki inanan için yoktur, o zaman ‘oluş’umuzu, kendimiz oluşturduğumuzu bilelim de dönüşümüzü güzel bir “yere” yapalım, vesselâm. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET