HİRA

Hira, dağda bir mağara. Dağlar, yerin/yer kabuğunun en yüksek yerleri. Hıra, yüksek yerin yükseğinde/zirvesinde bir mağara; Hira, büyük kayaların bir araya gelerek oluşturdukları bir “kovuk ya da oyuk”; dağı delen rahat bir mağara değil, dar bir mağara. 

Ama kesinlikle bir zirve. Kâbe’yi iyi gören bir zirve. Dağın tam zirvesi de değil; zirveye az biraz daha var. Kâbe’den çok da uzak olmayan bir zirve. Kâbe’siz değeri olmayan bir zirve. İnzivaya çekilinen bir zirve ama Kâbe’siz (=kıblesiz) inzivanın/yalnızlığın olmadığı/yaşanamadığı bir zirve. Uzansan da ayakta dursan da otursan da Kâbe’ye, Beyt’e/Beytullah’a dönülen bir zirve. "Onlar; ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarlarken, Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaradılışı hakkında düşünürler: "Rabb'imiz! Sen, bunu boşuna yaratmadın, Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederiz. Bizi ateşin azabından koru.” derler. (3/Al-i İmran, 191.) Kâbe’ye sırtını dönsen hiç bişeyin görülemeyeceği bir zirve.

Dede Abdulmuttalib de zaman zaman çıkarmış o zirveye.

Tehannüs = putlardan uzak durmak için.

Tehannüf = İbrâhimî arınmayı yakalayabilmek için.

Teabbüd = Tek Bir Allah’a ibadet edebilmek ve Tevhîdî bir dine yönelebilmek için.

Orası bir kaçış yeri değil, bir arayış yeri.

Aranan yükseklerde. Zirvede. Arayan da yükselmeli, dağa, dağın zirvesine çıkmalı ve Beyt’e bakmalı. Aradığını ‘Beyt’in Sahibinde’ aramalı. Beyt’le irtibatını kesmemeli. Yönü/kıblesi hep “orası” olmalı.

Oradaki putlar değil. Zaten oradaki putlardan uzak kalmak için çıkılmıyor mu o zirveye?!.

Putlardan uzak durmak/kalmak ve Rabbe, dolayısıyla insanlara yakın olmak için çıkılıyor!. O zirveden inince muhtaç insanlara yardımlar ediliyor ve Beyt tavaf ediliyor ve bu düzenli olarak tekrar ediliyor.

Efendimizin 35 yaşından sonra düzenli olarak zamanının yarısını ailesi ile evinde, yarısını da Hira’da geçirdiğine dair bize gelen güçlü rivayetler var.

Hıra bir arayıştı. İki tür arama olur. İlki ne aradığını bilir, ikincisi bilmez. Efendimizin arayışı daha çok ikinci tür bir arayıştı. “Sen bir yetimdin; Seni barındırmadı mı? Şaşkın (şaşırmış) biriydin; Sana yol/u göstermedi mi? Yoksul/fakir (muhtaç) biriydin; Seni zengin etmedi mi?.” (93/Duhâ, 6-8)

Düşün!. 

Dedeni. Amcanı. Babanı. Ananı. Hayatını. Geçmişini ve geleceğini...

Evliliğini. Zenginliğini..

Ama bencil olma!. Ben kurtuldum, zengin oldum diye sevinme!..

Diğer insanları, yaşanan hayatları da düşün!..

Gece ve gündüz ve de yalnız.

Bu dönem, “Bana yalnızlık sevdirildi dediği dönem Efendimizin”. Biz buna uzlet ya da halvet diyoruz. Uzlet, tek başına kalış; halvet, sessiz-sakin gürültüden uzak bir kenara çekiliş. Tefekkür, yalnızlıkla yoldaştır. Çağdaş insan artık gündüz de gece de yalnızlık yaşayamıyor, canhıraş çalışıyor. Onun soydaşları, dindaşları, ülküdaşları, arkadaşları onu hiç mi hiç yanlız bırakmıyor. Şehirde yalnız kalmak isteyenler, ya uykudan fedakârlık etmeli ya da şehri terk etmeli...

Modern şehirlerde ‘Hıra(lar)’ yok.

(Devam edeceğim inş...)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET