SİYER ve TİCARET

Dün de bugün de ticareti güçlü devletler yönlendiriyorlar. Milâdî 6. ve 7. asırda da böyleydi. Kureyş’in kışın Yemen’e yazın Şam’a (= Suriye’ye) yaptığı ticareti de Bizans (= Roma) ve Pers (= Sasânî) imparatorlukları yönlendiriyordu. Bu iki imparatorluk zaman zaman kuzeyde (= Suriye bölgesinde) ve güneyde (Yemen ve Habeş/Etiyopya yöresinde) kapışıyor, kendi adamlarını bu bölgelere (ülkelere) kral olarak atıyordu.

Efendimizin dedesi Abdulmuttalip zamanında Persler Yemen’e hakim olmuş ve Seyf b. Zûyezen kral olarak atamışlardı. Abdulmuttalip, beraberinde bir heyetle Yemen’e atanan Seyf b. Zûyezen ile görüşmeye gitmiş, ona bağlılıklarını sunmuşlardı. Çünkü, güneyden Bizans’a (Suriye’ye ve Mısır’) giden ipek yolu = Kızıldeniz yoluyla yapılan ticaret çook riskli hâle gelmiş, bu durum da oradan yapılan ticaret mallarının fiyatlarını aşırı artırmıştı; bu hâl, Kureyş’in ticaretine/ekmeğine yağ sürmüş, onların kazançlarını artırmıştı.

Buna karşılık, Mekke’de Hanîf olarak bilinen bir kaç kişiden biri olan Osman b. Hüveyris (bir diğer Hanîf Varaka b. Nevfel’dir), Şam’da kralın huzuruna çıkar ve kraldan kendinin Mekke’ye kral (= lider) olarak atanmasını ister; kral da bu teklifi kabul eder. Şam kralı Aryusî/Aryusçudur, Arius’un (260-327) fikirlerini benimsemiştir, hanîftir. Arius, Hz. İsâ’nın tanrı olmadığına, Tanrı’nın insan olamayacağına inanmaktadır. Osman b. Hüveyris, kralın belgesi ile Kureyş’e gelir ve ‘eğer beni lider yönetici olarak tanımazsanız Şam’a (= Suriye’ye) mal sokamazsınız’, der. Kureyşliler zor durumda, iki arada bir derededir. Sonunda Kureyşlilerin daha önce yaşadığı tarihî tecrübeler ve sağduyuları (= onurları!) galip gelir, atanmış kralı (= Osman b. Hüveyris’i) tanımazlar. Çünkü, daha önce Yemen’de ve Sûriye’de (Himyer, Gassan ve Şam’da) atanmış kralların başlarına gelenler ve Necran olayı = on binlerce Necran Hristiyan’ının Persler tarafından diri diri yakılmasına şahit olmuşlardır.

Ebrehe (= İbrâhim/Ebrâhim) de koyu bir Hristiyan’dı, Bizans’a yaranmak (= Hristiyanlığı yaymak) için, bölge ülkeleri ile antlaşmalar yapmış, Mekke’den geçen orta ipek yolunu ( = Kâbe’yi) kontrolü altına almak istemişti. Kâbe, hem dînî hem ticarî bir merkezdi; o, dînî merkezi Sa’na’ya kaydırma bahanesi ile Sa’na’da görkemli bir ma’bet de yaptırmıştı ama bu pek bir işe yaramamıştı; asıl amaç Mekke’den geçen orta ipek yolunu ( = Kâbe’yi) kontrolü altına almak ve Bizans’ın gözündeki itibarını yükseltmekti. 

Ebrehe’nin ölümünden sonra Yemen, Sasânî kontrolüne geçince, Kızıldeniz’den geçen gemilerin yerini Mekke’den geçen develer aldı. Bu da Kureyş’i çook zenginleştirdi. 

Kureyş, aslında bir acentaydı, bir distribütördü. Güçlü devletler, adâletli ve insaflı değillerse, öyle ya da böyle, dünya üzerinde hakimiyet alanları oluşturarak küçük ve güçsüz ülkeleri acenta ve distribütör olarak kullanırlar/kullanıyorlar ve o ülkelerde “vekâlet savaşları” oluştururlar, o ülkelerde yaşayan insanların (toplumların) ekonomik (ve fikrî) olarak  ayrışmasına fırsat veriyorlar...

İslâm, 610 ilâ 632 (661) arasında ‘lâ şarkıyye lâ garbiyye, islâmiyye islâmiyye’ (= adâlet ve hakkâniyet) diyerek yeni ve âdil bir model oluşturdu = oluşturmak istedi. Bu amaçla Efendimiz 630’da Tebük Seferini, vefatına yakın da (= vefatı arifesinde de) Usâme b. Zeyd'i Sûriye'ye = Bizans’a göndermesi; yine 630'da kalabalık bir heyetle (= Elçiler/Heyetler yılı) Medine'ye gelen Yemen hükümdarının Müslüman olması; 642’de de Hz. Ömer'in Pers İmparatorluğuna Nihavend Seferini düzenlemesi, İslâm'ın dünya sistemine alternatif olduğunu gösterir.

İslâm’ın küresel çapta “yeniden umut” olabilmesi için, onun doğru anlaşılması ve doğru yaşanması şarttır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET