AĞIT

Tarih boyu, insanoğlu sevdiği yakınlarının ve  krallarının ölümüne ağıt yakmış, üzülmüş, ağlamıştır; bu hâl, hâlâ geçerli. Ağıt, aynı zamanda edebî bir formdur; elbet, ben ağıt yakmayacağım ama bu ağıdın biraz da kendimize yakılmasını söyleyeceğim = önereceğim.

Ölenin arkasından yakılan ağıt, ölen içindir. Ölüm, ölen insanı bir daha buraya getirmez; buradakiler bir daha onu göremezler ve ondan faydalanamazlar. 

İnsanoğlu, sağlığında kimseye bir faydası olmayan insanlara da ağıt yakıyor, ağıt ediyor = ağlıyor; çünkü ölümün yüzü soğuktur.

Ağıt yakmanın, ağlamanın, ölen insanla bir daha hiç görüşememe ile de bir ilgisi/alâkası var. Yeni bir hayata inananlar, günlerce ağıtlar yakmazlar (= söylemezler), ağlamazlar, kendilerini paralamazlar; “innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn”; siz bizden önce gittiniz; biz de bir gün geleceğiz ve yeniden görüşeceğiz, derler.

Bazı insanlar (= dünya ölçeğinden bakarsak, çoğu insan) da, “yeni bir hayatın (= âhiretin) varlığını nereden biliyorsun, gidip de gelen mi var?!” derler. İşte, başta böyle insanlar olmak üzere, yeni bir hayat var deyip de, o hayat için hiçbir şey (= iyilik) yapmayan insanların, şimdiden kendilerine ağıt yakması = ağlaması daha doğru bir davranış olur.

Onlar, gülmeden/eğlenmeden (= eğlenceden) daha çok, (şimdi de ölünce de) ağıdı hak ediyorlar.

“Onlar, yaptıklarına karşılık az gülsün, çook ağlasınlar.” (9/82)

Yalancıktan değil hâ, cidden!...

Bu öneri, eğlence (= entertainment), turizm ve magazin (= film, medya) dünyasının işine gelmez; onları batırır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET