TANRI HAKKINDA KONUŞMAK!...

Tanrı, hakkında konuşulabilir mi?!.

Konuşulabilir ama hiçbir konuşma Tanrıyı “tam tanımlayamaz”!.

Tanrı, Kendi hakkında konuşur. Sözgelimi Ben = Ene” der, “İnnî” der. Kendini “Esmâ ve Fiilleri” ile tanıtır ama bu dil düzeyine indirilmiş “inzâlî” bir tanımlamadır. Dil, Tanrı’yı metaforlarla (= benzetmelerle) bize tanıtır; benzetmeler, “gölge/ler” gibidirler.

Tanrı, Ben görüyorum (= El-Basîr’im), der; biz O’na/O’nda bir göz tasavvur ederiz. Sen (siz), Bizim gözlerimizin önündesin/iz.” (= “... fe inneke bi aeyuninâ...”, der. (52/48.) “... ve ardu cemîan kabdahuhû yevmel kıyameti vessemâvâtu madviyyâtun biyemînih... = Kıyamet gününde yer ve semâlar O’nun sağ elinin kabzasında = avucundadır...” (39/67.), der... Biz O’na “el” izafe ederiz.

Buradan antropomorfik (= insanbiçimci) bir Tanrı tasavvuruna gideriz. Diğer yandan O, Ben, yaratılmış hiç bir şeye (= varlığa) benzemem = leyse kemisliHî şey’im; Samed’im, Ehad’im; lem leyid velem yûled, velem yekün lehû küfüven Ehad’im; der.

Bu, bir taraftan O’nu bişeye benzetme = teşbih (şibh = benzetme), diğer taraftan O’nu her şeyden tenzih = münezzeh/nezih = temiz kılmadır.

Ama asıl olan tenzihtir; bunu en iyi, en güzel ifâde eden zikir = hatırlatma da ‘Sübhânellah’tır.

Eğer Tanrı, bizim tasavvurlarımıza (= muhayyilelerimize) “sığabilseydi” ise, biz O’na sığınma (= Eûzü Billahi min’eş şeytân-ir racîm deme) ihtiyacı duymaz, biz kendi kendimize yeteriz, kendimizi koruruz, derdik.

Herkesin “kendi dünyasında, kendi birikimine” göre bir Tanrı tasavvuru vardır ve “bu Tanrı kişiye özeldir”. Kimse kimseye “Tanrı şudur veya şöyledir; şöyle bir Tanrı’ya inanmak zorundasın!.” dayatmasını yapamaz. İnsanlara söyleyebileceğimiz tek şey, Tanrı (= Allah) tekdir, O’nun şerîki = ortağı yoktur, kâinatın yegâne hâkimidir, yaratılmamıştır, herkesi ve her şeyi belli bir amaçla O yaratmıştır; demek ve O’nun “nasıllığı” konusunda insanları özgür bırakmak.

Şahsen ben, Hz. İbrâhim’in, Hz. Mûsâ’nın, Hz. Muhammed’in inandıkları Allah’a (Onların Tanrı’sına) inanmadığımı düşünüyorum; öyle olsam, Onlar gibi olurdum. Bu, bir hedef; hedef ıskalanmaz, unutulmazsa ‘daha iyi’! bir Tanrı tasavvuruna, dolayısıyla da daha kaliteli bir hayata (= kulluğa) ulaşılabilir; bu yolun ucu açıktır.

Tanrı tasavvurumuz (= Allah inancımız) ne kadar ciddî ise, yaşantımız da o kadar ciddî olur. Bazıları, tasavvurla inancı aynîleştirdin diye itiraz edecek, biliyorum, bence inanç, kişinin Tanrı tasavvurunun sonucunda oluşan bişeydir. Bizim dışımızdaki Tanrı’yı bilemediğimiz için biz, nasıl bir Tanrı’ya inanıyorsak = O’nu nasıl içselleştiriyorsak, öyle bir Tanrı bizim hayatımızda etkindir. Nasıl bir Tanrı tasavvur (= hayal) ediyorsak, öyle bir Tanrı’ya da inanıyoruzdur. Bu, “dışardaki Tanrı’ya”! hiçbir şekilde zarar vermez; O, (zaten her zaman) O’dur.

Pekiî, böyle bir durumda sosyal birliktelik (= aynı Tanrı’ya = Allah’a inanan cemaat) nasıl oluşacak?!.

“Lâ ilâhe illâ Allah, Muhammed-ür Rasûlüllah.” diyen herkes, bu cemaate (= topluluğa) dâhil olacak ama cemaatin her üyesi Allah (= Tanrı) katında aynı “kalitede” olmayacak; onları, inançları yanında, gündelik ve ortak (= dünyalık) maslahatları da bir arada tutacak.

Tanrı, aslında, hakkında konuşulamayan; (O’nunla) susarak (= O’nun dediklerini/emir ve yasaklarını eyleyerek = yaparak) konuşulandır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET