SOYUTLAMA

Soyutlama, somut olan şeyleri zihnî düzeye taşıma, zihinde var etmedir. Somut olan şeyler, dış dünyada madde ve form (= şekil = sûret) olarak, birlikte var olurlar; soyutlama, bunları maddelerinden ayırarak yapılan biiştir. Varlığın, haricî varlık ve zihnî varlık diye ikiye ayrılması böyle bişeydir. Kimi, haricî varlığı asıl kabul eder, kimi de zihnî varlığı; aralarındaki fark, somutluk ve soyutluktur. Kimi, sadece haricî varlığa (asıl) varlık der; kimi de zihnî varlığa. Zihin (= biz) olmasa, haricî varlık da olmaz, yoktur. Aynı durum, tersi için de geçerlidir = haricî varlık olmazsa, (bizim için, bizce) zihnî varlık da (biz de) olma(yı)z, yok olur/uz.

Ama Tanrı için böyle bişey söz konusu değildir, olamaz. Hiç bişey olmasa O yine vardır. = O olmasa, hiç bişey de olmaz/dı.

...

Tüm somut “şeylerin” maddeleri dört şeyden (= anâsır-ı erbâ’dan = su, ateş, toprak ve havadan) ve türevlerinden oluşur. Ağacın maddesi odun = tahtadır; sûreti (= şekli, formu) ise “bellidir”!. Biz, (zihnen) ağacı, sûreti (= şekli, formu) ile zihnimizde soyutlarız; denizi de, ateşi de, havayı da öyle...

...

Tanrı’nın maddesini de sûretini de (= şeklini de formunu da) bil(e)mediğimiz için Tanrı bizim için “bilin(e)mezdir” ama O, kesin vardır; O olmasa idi, hiçbir şey ve hiçbir kimse (= madde ve sûret de) olmazdı. 

...

Aslında (iyi-kötü) her şeyin aslı birdir!; onları ayıran şey, sûretleri = şekilleri = formlarıdır. İyiliğin formu, iyilik; kötülüğün formu kötülüktür. Nâr (= ateş) ve Nûr. Nâr, yakar; nûr, ısıtır ve ışıtır. Şeytan, kötüye = kötülüğe; melek, iyiye = iyiliğe sevk eder...

Allah’ın Sûretinin olmamasına (= leyse kemisliHî şey’ün), O’nun hiç bişeye, hiçbir kimseye benzetmemesine bir de buradan bakalım. 

...

Tanrı ile yarattıkları, “aynı özden = cevherden” değildir; öyle olsaydı aralarında “bir benzerlik” olurdu ve Tanrı Kendini “bize”, (Ben, yaratılmış hiç) bir şeye (= varlığa) benzemem, Samed’im, Ehad’im. = (= leyse kemisliHî şey’ün. Ehadün, Samedün, lem leyid velem yûled, velem yekün lehû küfüven Ehad.) demezdi.

O hâlde, “yaratılış” ‘nasıl ve neden’! oldu?!. Onu biz bilsek/bilebilsek, Tanrı olurduk. Vahdet-i Vücûd, bu yaratılışın “aynı özden olduğunu” varsayıyor, Tanrı’yı yaratılanların “toplamı = birliği = vahdeti” olarak görüyor. 

O, Kendi’sini “yok”! bilenler (= inkâr edenler) ve Kendi’sinin Varlığını göremeyenler için, (onlar) ortada bir “boşluk = yokluk!” görmesinler diye; O, “o boşluğu”! Kendi yarattıkları ile doldurmuştur; onlar, o yaratıkları “aradan çıkar(a)madan”! (= onlarla oyalanmayı bırakamadan, onlara takılı kaldıkları sürece), O’nun Varlığını ‘göremezler’, O’nu ‘hissedemezler’!. O, yarattıklarını bize birer âyet olarak sunuyor; âyetler, bizi O’na götürür, götürmeli; O’nun âyetleri = yazılı/sözlü ve fiilî Kitâb’ı (= Kur'ân’ı ve kâinâtı) bize O’nu hatırlatmalı!. (= zikir).


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET