MÂRİFETULLAH

Mârifetullah, Allah’ı bilme (= alime) değildir, tanımadır (arefe). Allah’ı, sadece Allah = Kendi bilebilir. Mârifetullah tamlaması, Kitâb’ta geçmez. Allah, akılla bilinemez ama “tanınır, varlığı hissedilir ve O Varlık’a huşû duyulur.”!.

Dilde, bilene özne; bilinene nesne denir. Özne, nesneye “hükmeder”; nesne, özneden “aşağıdadır.”!. Böyle bakınca, Tanrı bilinemez, çünkü nesne değildir. O, herkesi ve her şeyi bilir; kimse O’nu bilemez. O’nun bu ve daha başka özelliklerinden (= Esmâ-ül Hüsnâ) dolayı biz O’na “saygı = huşû duyar” ve kulluk ederiz.

Ma’rufa, bilinen anlamını veren, urf/örf (gelenek!) ile aynı kaynaklı olmasındandır. Allah’a ya da bir ilâha inanma duygusu, tüm insanlık tarihi için bir örftür, inançsız insan yoktur. Tevhîdî inanç, tüm mükemmel özellikleri (= Esmâ-ül Hüsnâ) tek bir ilâha (= Allah’a) vermek; şirk, bu özelliklere (= Esmâ-ül Hüsnâ’ya) başkalarını da ortak kılmaktır. Bu, bilmek değil; bir tahsistir. Kimse, Allahı gereği gibi takdir edemez. = “ve mâ kaderullahe hakka kadriHî...” (39/67)

Akıl, insanı buraya kadar getirir; buradan sonra nöbeti kalp (= inanç) devralır. Kalbin bildiğini sadece kişinin kendi ve Rabbi bilir ve bu bilgi, diğer insanlarla (dille) aslâ paylaşılamaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET