DÂVÂ ADAMI

Siz buna, İslâmî ilkelere uygun hareket eden devlet adamı da diyebilirsiniz.

Dâvâyı, hukûkî (= hakîkî) anlamı ve siyasî anlamıyla ele alacağım; çünkü, hakikat (= hukuk) siyasetten; siyaset de hukuktan bağımsız (= ayrı) değildir. 

Dâvâ sahibi olma, iddiâ (= fikir, düşünce) sahibi olma demektir; ve bu, çook güçlü delillere (= sultâna, burhâna) sahip olmayı gerektirir. Bu güçlü delilleri de ancak ve ancak ÇOK GÜÇLÜ (= Bilgili, ... Esmâ-ül Hüsnâ) BİRİ bize ikrâm edebilir. Bizler, sınırlı güce ve sınırlı bilgilere sahip varlıklarız ama yaşanan haksızlıkları da (= zulümleri de) bişekilde dert edinen insanlarız. 

Bu “dertli”! insanların başında Elçiler gelir. Onlar, hakîkî anlamda birer dâvâ adamlarıdır. Çünkü Onlar, toplumsal dertleri (= insanların dertlerini) kendilerine dert edinmiş adamlardır. Bunun için çare aramışlar ve kendilerini dağlara vurmuşlardır. Hz. Mûsâ (a.s.) Tûr’a; Hz. Muhammed (a.s.) Hira’ya. Onlar, bu dağlarda içlerindeki “kutsal ateşi” yakmışlardır. Hz. Mûsâ (a.s.), Medyen’den dönerken, ehline (= ailesine) “Ben, bir ateş gördüm”  (önce reâ, sonra énestü); size de ondan bir kor getireyim.” (20/10) demiştir. Hz. Muhammed (a.s.), o ateşi tâ yüreğinde ve iliklerinde hissetmiş, bu ateşle Kendini dağa (= Hira’ya) vurmuştur.

Ben bu kısa yazıda, Hz. Mûsâ (a.s.)’ın âsâsı bağlamında Onun dâvâ adamlığı serüvenine değineceğim.

Hz. Mûsâ (a.s.), Medyen’de, kayınpederi Hz. Şuayb’in yanında, âsâsı ile 8-10 yıl davar (büyük ihtimalle keçi; çünkü o bölge engebeli ve dağlık bir arazi) gütmüş, onunla keçilerine dallardan yaprak silkelemiştir. Bu husus, 20/Tâ-Hâ, 18. âyette dile getirilir. Bir önceki âyet (17. âyet), çok ilginçtir. O âyette Rabbimiz Allah, Mûsâ’ya, (sanki bilmiyormuş gibi!) “o elindeki nedir, Yâ Mûsâ?!” diye (soru) sormaktadır. Bu bize neyi anlatır?!. Onunla ne yapıyorsun, o  senin ne işine yarıyor?!. Mûsâ (a.s.)’ın cevabı : o, benim âsâm; onu sıradan, günlük, gündelik işler için kullanıyorum (= ona dayanıyorum, onunla davarlarıma yaprak silkeliyorum ve buna benzer işler yapıyorum. 20/18.) şeklindedir.

Madem bir ateş gördün! (= dâvâ adamlığına veya adaylığına soyundun), bu işleri bırak = elindeki o âsâyı at! Ey Mûsâ! = “elgıhâ Yâ Mûsâ!.” (20/19.) Onu atmadan, (elindekine güvenerek) dâvâ adamı olabileceğini mi sanıyorsun; olamazsın!.

Onu At! = terk et! ve Bana Güven!.

Mûsâ (a.s.), o ân, elindeki o âsâyı atmasaydı (= emre itaatsizlik etseydi), dâvâ adamı olamaz ve o âsâya o ân “o ilâhî donanım” yüklenemez, o âsâ “yılana” dönüşmezdi. (Bu, benim okumam, benim anlamam. Allah (c.c.), neyi murat ettiğini çok daha iyi bilir.)

Dâvâ adamlığı, elindeki imkânları Allah için = toplumun faydası için = Allah Rızası için atmaktan = terk etmekten geçiyor/muş!. Bunu göze alamadığımız için bizden dâvâ adamı olmuyor, çıkmıyor; biz “elimizi güçlendirmeye”! bakıyoruz.

Hiçbir dâvâ adamı = Elçi, toplumsal hiyerarşinin tepesine çıkmak için uğraşmadı; aksine ontolojik olarak toplumla Kendi(leri)ni eşit gördü/ler; Kendi kişisel işlerini kendileri yaptılar ve insanlara örnek (= üsve) oldular. (“Muhammed-ür Rasûlüllah” demek, sözle/söylemle olmuyor.)

Bu iş, insanı “korkutur”!; başlangıçta Mûsâ da korktu ve Ona “korkma”!, onu tekrar al!, Biz onu eski hâline döndüreceğiz; elini koynuna (kalbine) sok (koy)!, bu el (artık) bir hastalığın/zaafın/uğursuzluğun işareti/nişânesi değil, rahmetin/bereketin işareti/nişânesi olarak kusursuz ve bembeyaz olacak.”, dendi. (20/21.)

Ve, Mûsâ (a.s.) artık bu elle (= bu güçle; el, gücün sembolüdür) dâvâ adımlığı yapabilir, elini kamu işlerine (= siyasete) uzatabilirdi.

Biz elimizi siyasete (= kamu işlerine) atarken/uzatırken, niçin atıyoruz/uzatıyoruz; bizden neden dâvâ (= devlet, siyaset) adamı çıkmıyor?!.

İnsanlara umut olmak = dâvâ adamı olmak, kolay değil.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET