EMÂNET ve İHÂNET

Emânet : Güvenilir (Mü’min) bir kimseye geri alınmak üzere teslim edilen “şey”!.

İhânet : Teslim edilen o “şeye”! hâinlik etme.

Hâinlik ne?!.

Noktalı ha ile olan hâinlik, hıyânettir (خيانة); bu, sözünden dönme, kendisine verilen emaneti kötüye kullanma, vefâsızlık (= hâinlik = saygısızlık) etme anlamına gelir. Bu kalıp (HVN) Kitâb’ta 16 kez geçer. İsim olarak hâin, havvân ve hıyânet şeklinde; fiil olarak da hâne, yehûnu/tehûnu ve tehtânûn şeklinde; bazı âyet sonları da, ‘Allah, hâinleri sevmez.’ = “inne-l Allah’e lâ yuhıbbül hâinîn.” şeklinde biter.

Yumuşak he ile yazılan ihânet (اهانة) ise; hakaret etme, küçük görme anlamındadır. Bu kalp (HVN) da, Kitâb’ta 26 kez geçer. Çoğu, mühîn = alçaltıcı anlamında cehennemi niteler. Önemsiz, kolay ve kolaylık anlamında heyyin; alçaklık, alçaltma, hakaret etme anlamında hûn/ün ve mühân/ün; mütevâzi anlamında hevn/ün,hevn/en; daha kolay, (daha basit, daha az!) anlamında ehven ve Fecr 16’daki ehân/en şeklinde. Bu/son ehân/en, küçümseme (= Rabbim beni küçümsedi = önemsemedi); alçaltma ( = Rabbim beni hakir gördü = alçalttı, hor-hakir ve zelil kıldı) anlamında kullanılır. Fakirliği, hakirlik olarak görünce, böyle söyleniyor. Bir önceki âyette de zenginlik ikram olarak görülüyor ve Rabbe, “Ekramen” (Ya Ekramen Ekremîn veya Erham-er Râhimîn!) deniyor. Fakirlik, hakirlik mi?!. Bu, çook önemli ve çook ciddî bir konu. Bu konu sosyolojik, psikolojik ve siyasal boyutlarıyla ele alınmalı ve bu boyutlar, kapitalizmin yaklaşımıyla da irtibatlandırılmalı. Konumuz doğrudan bu değil ama bununla bağlantılı. İhânet edenler = hâinler, hem zenginlerin hem de fakirlerin arasından çıkıyor. Zengine, mal (= zenginlik) emânet olarak veriliyor ama o, ona ihânet ediyor, onu %100 benimseyerek istediği gibi harcıyor. Fakire verilmiyor, fakir de Rabbine “sitem ediyor.”!. Bana niye vermedin, beni önemsemedin, ... diyor. 

Fakire verilmemesini (= “Allah’ın fakire vermemesini”!) :

Fakirin denenmesi

Zenginin fakire vermesi (= “Allah’ın, fakire zenginin vermesini istemesi ve bu şekilde de zenginin denenmesi.”!) şeklinde;

Zengine verilmesini de fakire verilmemesini de :

Zenginin de fakirin de ne yapacağının görülmesi, şeklinde okumak ve anlamak lâzım.

Kendisine (bişey) verilen de verilmeyen de, (= zengin de fakir de) hâinlik yapmayacaksa, mevcut pozisyonunun emânet bir pozisyon olduğunu bilmeli = Alan’ın da Veren’in de Allah olduğunu = Veren’in her an Alabileceğinin, Alan’ın her ân Verebileceğinin idrakinde olmalı; verince vermeli, vermeyince (de çalışmayı bırakmadan elbet verir, diye) sabretmeli.

...

Pekiî, “kutsal emânetler”! için durum ne âlemde?!.

Topkapı’dakilerden söz etmiyorum; onlara zaten ihânet etmiyoruz, onları çook güzel saklıyoruz = koruyoruz.

Kur'ân’dan söz ediyorum.

Hââ!. Onu da çook güzel koruyoruz, süslüyoruz; yüksek yerlerde tutuyor, işlemeli kılıflara koyup duvarlara asıyoruz; ara-sıra açıp-okumak istersek de özel rahlelerde açıp-okuyoruz!...

Daha ne yapalım?!.

İsveç ve Danimarka’daki insanlar gibi, Onu yakmıyoruz; daha öncekiler gibi de Onu mızraklarımızın ucuna takmıyoruz ya!.

...

Bizler hâin değiliz!. (Bizi Allah seviyor, çünkü bizler Mü’min ve Müslümanlarız!.)

Öyle değil mi?!.

Öyle mi, değil mi?!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET