AFORİZMALAR

Dört Unsur

Anasır-i Erbâ = Hava. Su. Ateş ve Toprak.

Bunların hepsi hayatî ama en hayatîsi bence hava. İki dakika nefes alamasak ölürüz.

Hava, bunların içinde “en latîf ve en görünmez” olanı.

Neden?

Bize çook yakın olduğu için.

Bunu, Rabbimizin Latîf’liği (El- Latîf oluşu) ile kıyaslayabilir miyiz?!.

Gnostisizm

 (Fr. Gnosticisme, Yun.) fels. Mîlâttan sonra I. ve II. yüzyıllarda Eflâtun ve Yeni Eflâtuncu felsefe mekteplerinin tâkipçisi durumunda olan, ilham, sezgi vb. yollarla kazanılan, irfânı temel/esas kabul eden, mistik bilgiyi nastan üstün tutan ve bu görüşlerini Hıristiyanlığa uygulayan felsefe sistemi, irfâniye. Bu düşünce, bize tasavvuf yoluyla girmiştir. Tasavvuf, sezgiyi = ilhamı, akıldan üstün; bilgiyi akıl yürütme ile değil de birtür “içe doğuş = işrak” olarak görür.

Agnostisizm

Lâ edriye = bilinemezcilik. Akıl yürütme yoluyla Tanrı bilinemez; Tanrı, ancak “içe doğuş yoluyla” bilinebilir, der. Agnostikler, buradan cesaret alarak, Tanrı’nın işaretlerine/âyetlerine = Tanrı’nın yarattıklarına da mesafeli yaklaşırlar; bu işaretleri/âyetleri Tanrı’dan koparırlar, O’ndan “bağımsız bişey” olarak görürler. Bu ikisi, ifrat ve tefrittir. Tanrı’nın Kendisi = Zât’ı bilinemez ama O’nun yarattıkları, O’nun varlığına işarettir. 

İde

İde, Platoncu bir kavramdır. Şeylerin hakikati idelerdedir. İdenin Arapçada karşılığı misalden müsüldür. Yeni Platonculuk = Eflâtunculuk, ideden = müsülden, hakikate; hakikaten, ideye = müsüle geçişi aklî değil, irfânî, işrâkî görür. Bu alanda akıl yürüten Meşşâîler, abesle iştigal eder, onların bilgileri; Meşşâîler de İşrâkîlerin bilgileri güvenilir değildir, derler. Burası, “tam bir sırat köprüsüdür.” Meşşâîler, aklı; İşrâkîler, kalbi esas alırlar; oysa, akıl da kalp de “insandadır”; insan, aklını da kalbini de kullanmalı; aklı ile şeyleri; kalbi ile Rabbini bilmelidir.

Dilemmâ

İkilem. İkilik. Bizim zihnimiz burada (belki de ötede) ikilikle (çiftlik = çift olma hâli) ve zıtlıkla düşünür. Vahdet, Tevhîd sadece Tanrı’ya hastır. Bize göre en büyük teklik, devâsâ bir okyanusun (ummânın) ortasındaki hâlimizdir. Okyanusun ortasında bize kara (toprak) yokmuş gibi görünür; orada bile karayı hayal ederiz; edemezsek, kafayı yeriz. Okyanus (ummân) ve okyanustaki (ummândaki) dalgalar kara/lar ile anlamlıdır = kara (toprak) olmasa, dalga da okyanus da olmaz; o devâsâ okyanustaki suyu kara (toprak) tutar. Akıl, topraktır; kalp, okyanus.

Ayna Metaforu

Tam benzemese de Platon’un (Eflâtun’un) Mağara Metaforuna benzer mutasavvıfların ayna metaforu. Her iki metafor da, Tanrı-âlem ilişkisi üzerinedir, varlığın (âlemin) dış yüzünü gösterir/ler ama ben ayna metaforunun insanın kendini tanıması için kullanılmasının daha doğru olacağını düşünürüm. Aynaya bakınca, kişi kendini görür ama gördüğü, bedeni = yüzüdür. İnsanın duygularını = davranışlarını (= huylarını) gösteren “içe bakış aynası” henüz icat edilmedi. 

İlâh ve Rab

İlâh, tapılan; Rab, terbiye eden Varlık.

Rablık = Rubûbiyyet, İlâhlığın = Ulûhiyyetin “doğal”! sonucudur. İlâh, Kendisine tapılan/tapılacak varlıkları yaratmadan İlâhlığını “ispat!” edemez. Bu açıdan Rubûbiyyet, İlâh’la (Tanrı ile) âlem (kâinat) arasındaki bağdır, irtibattır; bu irtibatı teorik (nazarî) akıl kuramaz; bu irtibat, insanın ‘Rabbim Allah’ dediğinde kurulur.

Dil binası

Bir binayı (evi) yapmak için, nasıl kum, çimento, tuğla, demir vb. malzemeler gerekiyorsa, dil için de 29 tane malzeme (harf) gerekiyor. Bina malzemelerini rastgele bir araya getirmek evi meydana getirmiyorsa, harfleri rastgele bir araya getirmek de dili meydana getirmiyor. Sesli harfler, çimento/zamk; sessiz harfler de, toprak gibidir ama tüm bu malzemeleri bir araya getiren esas unsur (görünmez olan) manadır.

İçinde yaşanılmayan ev nasıl sessiz ve ıssızsa, manası anlaşılmayan dil de öyle sessiz ve ıssızdır. 









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET