ACIMA ve UTANMA
Sağda-solda, televizyonlarda çoook utanılacak şeyler görüyoruz ve onları yapanlara acıyoruz. Acıma da utanma da duygu. Bence acımadan önce, utanma değil, önce acıma, sonra utanma gelmeli; kişide acıma, için yanması olarak tezahür etmeli ve insan kendi kendine şöyle demeli : “Ben neyi eksik ya da hatalı yaptım da, bunlar oluyor, bu insanlara neden ulaşamadım, kim bu insanları bu hâle getirdi?!.” Bu duygu içte, yüreğin derinliklerinde hissedilmeden, kişide utanma oluşmaz; utanıyorsak, ki utanıyoruz, hâlâ vicdanımız = yüreğimiz ölmemiş demektir.
İnsan için, “utanan hayvan = hayavân = canlı” demişler; hayvanlar utanmaz.
Sağda-solda, televizyonlarda gördüklerimizden utanıyor ama gücümüz oranında bişeyler yapmıyorsak, bu utancımız sahtedir, içimizde sahici bir acı = acıma oluşmamış, o acı, bizim yüreğimizi yakıp da bizi harekete geçirmemiş demektir.
Acımanın bir diğer adı da merhamettir (rahmettir); merhamet, rahmetle bi şeyler yapmaktır, kuru bir duygu değildir.
Acıma, muhatapta değil, bizde bir etki göstermeli; muhatapta etki gösteren acıma, aşağılamaya; bizde ise 'böbürlenmeye/kasılmaya' yol açar.
...
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın!.
Hedefe varmayan mızrak utansın!.
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!.
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!.
Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti duran yaprak utansın!.
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!.
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!.
Ey bin bir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!.”
Necip Fazıl KISAKÜREK.
Yorumlar
Yorum Gönder