AKABE

Düz anlamı, zor, dik ve sarp yokuş akabenin; mecaz anlamı ise “köleleri özgürlüklerine kavuşturmak”.

Bu devirde köle mi kaldı, herkes özgür.

Sözde.

Bedeni, zihni ve ruhu köle, köleleştirilmiş milyonlar var.

Üç kuruşa çalışıyorlar, aç karınlarını zor doyuruyorlar.

Beyinleri yıkanmış, formatlanmış, ‘ne yapıyoruz, niye böyle yaşıyoruz’ diye bu köle düzenini sorgulayamıyorlar, çaresiz itaat ediyorlar.

Ruhlarını şeytana satmışlar, sistemle işbirliği yapmışlar.

Dünün köleleri efendilerinin “malıydı”, efendileri onları yedirmek, içirmek, giydirmek ve yatacak bir yer sağlamak zorundaydı; bugünün kölelerini efendileri üç-beş kağıt parçası ile kandırıyor; o kağıtların değerini de kendileri belirliyor ve o köleler, o kağıtlarla yine efendilerinin mallarını satın alıyor. 

Düzen/sistem böyle işliyor. Düzen sarsılmasın diye de bu efendiler, din adamlarından, bilim adamlarından, kültür adamlarından danışmanlar istihdam ediyorlar; rafine ve sofistike yöntemlerle  eğitimi, kültürü, medyayı ve siyaseti kontrol ediyorlar.

Firavun’un da sihirbazları, büyücüleri, kâhinleri, Hâman ve Bel’âm gibi danışmanları vardı; o da insanları (İsrailoğullarını) köleleştiriyordu. Dünün köleleri, bugünün efendileri oldu; köleliğin ne olduğunu biliyorlar, biz olduk = çektik, bizim tanrımız Yahova, bizi “seçkin, efendi” kıldı; insanları köleleştirmek hakkımız diyorlar ve dünyadaki kölelik sistemini sürdürüyorlar. 

Bugünün sarp, dik yokuşu, akabesi, kölelerin uyuşmuş, iğfal edilmiş zihinlerini uyandırmak, onları kula kulluktan kurtarmak, tek Allah’a kulluğa = özgürlüğe çağırmaktır. Bu görevin zor = olması ve akabe olarak nitelenmesi, dünyevî riskinin yüksekliğinden; buna karşılık ve bununla ters orantılı olarak da uhrevî getirisinin fazlalığındandır. 

Dün, miladî 7. yüzyılda Mekke aristokrasisini, oligarşisini besleyen de kölelikti; bugün de çağın vahşi kapitalizmini besleyen bu köleliktir. Dün Bilâl özgürlüğünü alınca/tadınca “Allah-u Ekber, Lâ ilâhe illâ Allah.” demişti, ezan okumuştu; bugünün Bilâlleri köle iken ezan okuyor ve o ezanın kölelere bir etkisi olmuyor, görünmüyor; oysa bugünün köleliği dününkinden çook daha vahşîdir. Dünün köleliği görünürdü, meydanda idi ve bedenî idi; bugünün köleliği gizli, rafine, sofistike, hem bedenî hem zihnî hem de ruhî, katmerli kölelik, üzerine özgürlük elbisesi giydirilmiş kölelik.

Dün, 1917’de Lenin, Marx’dan ödünç aldığı “emek kutsaldır; dünyanın bütün işçileri birleşin!.” manifestoları/sloganlarıyla, sanayi anlamında çok fazla işçisi olmayan, toprakta çalışan müjiklerle/köylülerle, eski adı SSCB, şimdiki adıyla Rusya’da bir devrim yaptı; o devrim daha sonra kendi çocuklarını yedi ve proletarya = işçi partisi diktatörlüğüne dönüştü, umut olmaktan çıktı. Zaten yaslandığı ideoloji tez-antitez-sentez diyalektiği idi, sürekli çatışma ve öç alma mantığına dayanıyordu; kişisel yetenekleri yok ediyordu vs... Yahova’yı Tanrı edinen İsrailoğulları da aynı mantıkla hareket ediyor...

İslâm’ın adâlet çağrısı çook daha ontik ve fıtrîdir, köleliğe karşı tavrı da Allah merkezlidir, herhangi bir sınıfa dayanmaz, kula kulluğu ret, Allah’a kulluğa evet = Lâ ilâhe illâ Allah, şeklinde tezahür eder. Bu, her türlü şirkten = şirk düzenlerinden, tağutî düzenlerden uzak durmakla mümkündür; bu düzenin/sistemin adı, hâlis din İslâm = Allah’a teslimiyet; o sistemi benimseyenler de O’na şeksiz-şüphesiz, katıksız güven duyan = inanan Müslümanlardır.

İslâm’ı ve imanı, camiilere/mâbetlere, tekkelere, inzivâhânelere hapseden ve hayattan kovan anlayış, dik yokuşa değil, kolay inişe taliptir, zulüm sisteminin ekmeğine yağ sürer ve onun çarkını çevirir.

Sarp yokuşa talip olmak, zulüm çarkını durdurmaktır, o çarkı çevirmek değil. Maalesef Müslümanların çoğu bu çarkın daha rahat dönmesi için çalışıyor; o çarkı durdurmaya çalışan “kardeşlerine”!, “bilmeden”! eziyet/zulm ediyor.

Gençliğimde Ortadoğu odaklı Müslümanlar, ‘islâm sosyalizmi’ fikrini ortaya atmıştı, şimdiki Müslümanlar, fiilen ‘islâm kapitalizmini’ yaşıyorlar; çook küçük bir Müslüman azınlık grup, lüks içinde yaşarken, büyük Müslüman kitleler kendi ülkelerinde ya iç savaştan ya da yeraltı-yerüstü kaynakları sömürüldüğünden zenginlere hizmet etmek için zengin ülkelere göç ediyor = kaçıyor...

Her hafta Cuma hutbesinde okunan, “Allah, adâleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder...” (16/Nahl, 90) âyetindeki adâlet, iyilik ve yardım, sistemik bir değişim olmadan, sistem içinde kalarak oluşturulamaz; bunu “sosyal yardım vakıf ve dernekleri” ile yapamayız; onların bozduğunu biz yapar/tamir edemeyiz, etmemeliyiz, bozulanların çoğuna da zaten yetişemeyiz, yetişemiyoruz.

Köklü, kesin çözüm : Sarp yokuş = sarp yokuşa talip olmak, o yokuşu çıkmayı göze almak. Umut orda, adâlet orda, “Tanrı” orda!, cennet orda.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET