ZAMANLA BİLECEĞİZ!.

Şimdi bilmiyoruz, belki de bilmek istemiyoruz ama elbet “bir gün” bileceğiz.

Sizce,

Herkes ne olacağını biliyor mu?

Hz. Mûsâ, sarayda büyüyeceğini, Hz. Şuayb gibi birinin yanında yetişeceğini (Hz. Şuayb’in bir Peygamber olduğunu) ve Tûr’da Kendisine Elçilik = Peygamberlik verileceğini (Rabbi ile görüşeceğini) biliyor muydu?!.

Hz. Muhammed, 25-30 yaşlarında Kendisine “görev verileceğini” biliyor muydu?!.

Bence bilmiyorlardı.

Verilince öğrendiler ama “bildim” demediler, Kendilerine “verilen görevleri” yerine getirdiler. Bilme, bir görev verme idi, kuru zihinsel = felsefî bir faaliyet değil; inanmanın bir “kanaat” olmadığı gibi.

Her şey gibi, “bilme” de bir nasip işi; ama o “nasib” durup dururken gelmiyor; bilmek için, teorik ve pratik çaba/lar (kesb/ler) sarf etmek gerekiyor; o kesbi (çabayı) sarf etmeden (bişey) bilinemiyor. Bilinemeyince de ‘şeylerin ne olduğu’ fark edilemiyor, oradan da o şeyleri var Eden’e varılamıyor = O’na inanılamıyor.

‘İnanmanın bilme ile ilgisi yok.’ diyenler, ya yalan söylüyor ya da imanı tanımıyor = körü körüne inanıyor. İmanın bilme ile ilgisi olmasa, bunca Elçi, bunca Kitâb niye gönderilsin; bu akıl, bu insana neden verilsin?!.

Şimdi, burada bilmezsek = bilmek istemezsek, elbet ve kesinlikle “gün” gelecek bileceğiz ama “o gün” bilmemizin bifaydasını görmeyeceğiz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET