İMAN, İNKÂR ve AMEL

Bu yaşlı dünya, adı  Ali, Veli, Hasan, Hüseyin, Ayşe, Fatma, John, Hans, Marry, ... olan ne insanları öğüttü; öğünmek için sıra bekleyen milyarlarca insan var. İsimleri aynı (Ali, Veli, Ayşe, Fatma, Hans, Marry) olan ama “kendileri” farklı olan bunca insanı, farklı yapan “sûretleri” değil amelleri. Sûret, bedendir; toprak/dünya o bedeni yutar, öğütür. Biz geride kalanlar = sıra bekleyenler, mezarlarla o bedenleri kalıcı kılmaya çalışsak da, 300-500-1000 yıl sonra o mezarlar da öğütülüyor.

Öğünmeyen, kalıcı olan, iyi ya da kötü amellerimizdir.

İyi amel, imanın; kötü amel, inkârın meyvesidir; ikisi de bozulmaz ve ölmez. 

İnsanlık tarihi, iyi amelin sahibini de kötü amelin sahibini de yazıyor, unutmuyor; birini iyi, ötekini kötü olarak hatırlıyor.

Herkesin her ameli yazılıyor, onları biz burada okuyamıyoruz; burada okuduklarımız, iyiliğe ve kötülüğe önderlik edenlerin amellerinin bir kısmı; hepsi ötede okunacak. 

Kirâm-en Katibîn ya da Mukarrebûn Melekleri hiçbir şeyi eksik bırakmadan yazıyor.

Ne bedenlerimiz = sûretlerimiz, ne de isimlerimiz kalıcı; kalıcı olan, sadece amellerimiz.

Bizi birbirimizden ayıran = farklı kılan şey de amellerimiz; işte o amellerimize göre ötede belirlenecek yerimiz.

“Her insan özeldir.” demek, kimsenin imanı da inkârı da, onlara bağlı olarak yaptığı amelleri = işleri de aynı değildir demektir.

Her insanı farklı kılan, imanı, inkârı ve bunlara bağlı amelleri ise, bu iman da inkâr da herkeste aynı değildir.

(Efendimize atfedilen iman kıyaslamaları ---Ebû Bekir’in (R.anh) imanının tüm insanların imanından; Hz. Ali’nin imanının, yerler ve göklerden ağırdır--- doğruysa,  inkârda da Velid b. Muğıre, Ebû Cehil gibi şahısların inkârları da tüm insanların inkârından (yerler ve gökler inkâr etmediğine göre onların inkârı olmaz) ağır olur. Bu tür kıyaslamalar, didaktik = öğretici mahiyet arz eder, abartı içerir ve örneklem niteliği taşır, evrenselleştirilemez. Ne yâni!, geçmiş ve çağdaş Firavunların, Nemrutların inkârını aza mı satalım, küçümseyelim mi?!.)

O Katib’ler = Mukarrebûn’lar öyle hassas öyle hassaslar ki, Allah-u A'lem, her insanın amelini, niyetine ve içinde bulunduğu şartları da dikkate alarak değerlendiriyorlar. Sözgelimi biadamın günlük geliri 10 (bin ya da milyon) ise, bu adam ayda 5 (bin) veriyorsa, verirken de gösteriyorsa; öbür adamın aylık geliri 10 (bin) ise, bu adam ayda 5 (bin) veriyorsa, verirken de göstermiyorsa; öbürünün de sabit/garantili bir geliri yoksa ama gelirinin çoğunu infak ediyor, neredeyse her gün oruç tutuyorsa... bu adamların amellerini matematik mi = muhasebe mi hesaplayacak?!. İman öyle matematiksel, sayısal hesaba gelen bişey değil, ihlâs o ihlas!. Nicelik değil nitelik. Sayı, şekil, sûret değil insaniyet, hakkaniyet ve Rabbe teslimiyet. İnkâr da tersi : Enâniyet, hıyânet ve dalâlet...

Bu dünyada bugün varız, yarın yokuz ama aslâ yok olmayacağız. “Yarın ne olacaksak, olacağımız o şeyin, her şeyini buradan biz “amel/iş” olarak o yere kargoluyor, postalıyoruz; orada, buradan gönderdiğimiz “malzeme” haricinde başka bir malzeme kullanılmayacak; herkes kendi malzemesini kendi götürdü, götürüyor, götürecek ve Rabbinin = Yapıcısının Eline verdi, veriyor, verecek.

Aman!, amellerimize a’zamî dikkat edelim; inkârı terk edelim imana dönelim.

İnkârın da düzeyleri = dereceleri var. En üst düzeyi şirk; (belki!) en alt düzeyi de “şükretmeyi bilmemek”.

Bilmemenin, çook geniş olduğunu biliyorsunuz. Buradan ve çoook üstten/yukarıdan bakarsak, Tanrı’yı bilmemek, hiçbir şeyi bilmemeye eşit olur; bu da bizi inkâra götürür. Biz, yine alttan/aşağıdan bakmaya devam edelim, başımıza ne geliyorsa şükredelim, onları bize belli bir amaçla (deneme için) bir Gönderenin olduğunu bilelim de Rabbimize güvenmeye = inanmaya ve O’nun Sözünü “dinlemeye”! (helâl ve haram) = salih amel işlemeye devam edelim. Yarın, “isimlerimiz unutulduğunda, nesillerimiz kesildiğinde, bize de bir “Fâtihâ” okuyacak yok mu?.” denildiğinde, burada o “Fâtihâ’ların” değerini bilmezsek, Allahu A'lem, arkamızdan okunan o “Fâtihâ’ların” değerini de bilemeyeceğiz!. Buradan nasıl gidersek orada öyle haşr olunacağız. İyiliklerimiz ve kötülüklerimiz çoook hassas bir şekilde hesaplanacak. Örnek vermek için kabaca söylüyorum, sözgelimi 100 üzerinden bir değerlendirme yapılacaksa; amellerimizin karşılığı 51 iyilik, 49 kötülükse, kötülükler iyilikleri götürecek, elde 1 (bir) kalacak ve 1’lik/birlik bir yere = dereceye gideceğiz. 95 iyiliğimiz, 5 kötülüğümüz varsa 90’lık bir yer = derece bizim olacak; kötülükler ağır basarsa tersi de geçerli olacak!.

Kalıcı olan bu.

Hiç kimse, “ben iyiliğin-kötülüğün ne olduğunu bilmiyorum.” diyemez. Herkesin içinde = fıtratında iyilik-kötülük mayası var; kimse kimseyi kandıramaz; kendine dönerse, kendini de kandıramadığını anlar. İş işten geçmeden, aklımızı başımıza alalım, iyi niyetimizi muhafaza ederek davranalım, derim. İmanın ve inkârın ne olduğunu bilmesek bile, “iyi niyet ve iyilik duygusu” bizi selâmete çıkarır; bilirsek, bilerek o selâmete çıkarız; vesselâm. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET