19

19 Mucizesi, Mısırlı biyo-kimyager mühendis Reşat Halife tarafından 1974 yılında “keşfedilmiştir”, onu oradan alıp Türkiye’de yaygınlaştıran, gençliğimin idollerinden, şimdi Amerika’da yaşayan zâttır.

Nedir 19 Mucizesi? 

Tüm âyetlerin ebced değeri ile 38 basamaklı bir sayı elde ediliyor, bu sayı 19’un katına denk geliyor; bu sayıyı tek tek her âyetin sayısal değerine bölersek, yine 19’un katını elde ediyoruz; buna Kur'ân’ın matematiksel mucizesi = 19 Mucizesi deniyor. 

Oysa 19 rakamı Kur'ân’da Kur'ân için değil cehennem için kullanılır. “aleyhâ tis’ate aşer. = üzerinde 19 vardır.” (74/Müddessir, 30.) denilir.

Âdetâ denilmek istenir ki, cehennem öyle bir yerdir ki, üzerinde “müthiş şifreli/kriptolu kilitler vardır”, oradan hiç kimse çıkamaz. 

Bu âyeti her okuyuşumda, Fransız filozof Michel Foucault’un ‘Hapishanenin Doğuşu’ adlı kitabı aklıma gelir. Orada panoptikondan söz edilir. Bu kavramın isim babası aslında İngiliz filozof Jeremy Bentham’dır. Pan, bütün; opticon, optikten gözlemek; panopticon, bütünü (tümü/nü) gözlemek/gözetlemek. Pan-İslam, İslâm birliği/bütünlüğü; pan-Türkizm, Türklerin birliği/bütünlüğü...

“inne cehenneme kânet mirsâdâ.” (74/Nebe, 21.) âyeti de bende aynı çağrışımı yapar. Bu âyetin anlamı : “Cehennem, bir gözetleme yeri oldu.” Mirsâd, rasatdan, gözetleme (yapmak), rasathâne.

Kur'ân’ın Sözleri başlı başına bir mucizedir (îcazdır), ayrıca rakamsal mucizeye gerek de ihtiyaç da yoktur. 19, Kur'ân’a inanmayanlar için bir “delil”! olarak sunulsa, anlarım ama bu, daha çok Kur'ân’a inananların dünyasında revaçta; dolayısıyla “anlamsızca”! bu dünyayı “bölüyor.”!. Bu, Kur'ân’ın Tevhîde çağıran Mesajına “tezat” teşkil ediyor. Bu “arkadaşların” Kur'ân’a yaklaşım tarzı “dışlayıcı” ve “yavan”.

Bu kanaate nasıl vardım?

Günlük yürüyüşlerim esnasında (parkta) bu “gruba” mensup biri ile konuşuyorum. Arkadaşın neredeyse Kur'ân’ın Arapça oluşuna bile tahammülü yok; Türkçe meallerden hüküm çıkarmaya kalkıyor ve Amerika’daki zâta “âdetâ tapıyor.”!, başka kişilere ve dünyalara gözlerini kapıyor. (Tapıyor’u yanlış anlamayın!; yerli ve yaygın bir cemaatin, ‘biz “...lelerden” başka kitap okumayız; gerek de görmeyiz, her şey orada var.’ demesi ve o “...lelerin” müellifine aşırı saygı duyması gibi anlayın.)

Hayata “at gözlüğü ile bakmak”, hayatı anlamamaktır.

(Böyle bir yazı yazmak zorunda kaldığım ve böyle bir yazıyı sizinle paylaştığım için sizlerden özür diliyorum; aslında hizbî tartışmalara girmeyi hiç mi hiç arzu etmiyorum; dikkat ettiyseniz, isim vermedim/veremedim, sadece îmâda bulundum, başka nasıl açık yazabilirdim ki, bilemiyorum.)

Saplantı da bir hastalık; bi tür taassup. Bil ama eleştir!. Dinle ama en güzeline, en iyisine uy!.

“Onlar her sözü dinler ama sözün en güzeline uyarlar.” (38/Zümer, 18.)

En Güzel = En Kerîm Sözü, En Güzel = ‘Ekrem-el Ekramîn’ Olan söyler. O’nun Sözünü hiçbir söz geçemez, O’nun Sözü başka hiç dilde aynı şeyi ifâde etmez/edemez. Türkçe ya da başka dildeki Mealler, Kitâb’ın Orijinali/Aslı yerine geçmez/geçemez; mealcilere de duyurulur. Arapça bilmeyenler, “idâreten, geçici olarak” kendi dilleriyle Kitâb’ı okuyabilirler; Ebû Hanîf’e (Hanife değil Hanîf) göre ibadetini bile yapabilirler; dinde samimî ve kararlılarsa Arapça öğrenirler. Bu işin başka yolu yok.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET