3T

 3T = Taakkul, Tasavvur ve Tasdik

Taakkul, akletme, bişey/mesele hakkında akıl yürütme.

Tasavvur, hayal etme, o şeyin suretini hayalde canlı kılma/canlandırma. 

Tasdik, aklettiklerimizi ve hayal ettiklerimizi doğrulama, onların varlığına inanma. 

Gördüklerimizi hayal etmeyiz. Hayal ettiğimiz şeyler, görmediklerimiz, şu ân elimizde, yanımızda olmayan şeylerdir.

...

Allah’ın Varlığını tasdik ediyoruz. O’nu görüyor muyuz; görmeden hayal etmiyor muyuz? Ediyoruz da O, (bilgiye de = akla da) hayale de gelmiyor = sığmıyor.

O zaman “Tanrı Tasavvuru’ denilen şey ne?!.

“Ene ınde zanne abdî bî. = Ben kulumun zannı üzereyim.” “Kulum Beni nasıl zann = tasavvur ederse, Ben öyleyim/oyum.” (Buhari, Tevhid, 15.) ne demek?

Tasavvur, belli = sağlam temellere dayalı bilgiye dayanmazsa = Allah hakkında “amorf” bir şeye = tasavvura (bilgiye değil) dönüşür, ulaşırız.

Bilgi, bilinen; tasavvur, hayal edilen demek. Bilgi, tasavvurdan oluşur diyen de var; tasavvur, bilgiden oluşur diyen de var; bence ikisi birbirini besler; bilgide de tasavvurda da kesinlik! yoktur.

Bilgimiz geliştikçe = arttıkça, tasavvurumuz artar = gelişir; tersi de doğrudur, tasavvurumuz geliştikçe, bilgimiz artar ama bilgi aklî bir delile dayanır; tasavvur ise sadece hayâle; hayal edilmeyen şeyin peşinden gidilmez; bilinen şey de hayal edilmez.

Bilgi, herhangi bir hükümden, delilden yoksun olursa, bu da tasavvurdur ama bu tasavvur amorftur; bunun bir bilgiye, delile dayanması o tasavvurun “belli bir şekil” almasına yol açar.

...

Tanrı hakkındaki bilgimiz, Esmâ iledir. Efendimiz : “Kim, Esmâ’yı “tam” ihsâ ederse, o cennetliktir.” buyurur. (Buhari, Tevhid, 12.)  İhsâ, mümkün olmayan bişeydir; bunu ‘saymak, ezberlemek’ şeklinde çevirmişler, yanlış. Bu kelime, Kitâb’ta 11 yerde geçer, biri de Yasin ilk sayfa son (12.) âyettir; oradaki anlam, “ayrıntılı kayıt” demektir. Esmâ, tam ihsâ edilemez. Biz, Esmâ’nın tecellîlerini idrak edemiyoruz ki Esmâ’yı idrak edelim; kaldı ki Zât!.

Hâl böyleyken, Tanrı Tasavvurumuz olmamalı mı? Olmalı ama onu sürekli geliştirmeliyiz; bu da, bilgimizi artırmamıza bağlı. Bilgisiz hayal kurma bizi ‘olmayacak yerlere’ götürür. Hayalin altını bilgi ile dolduramazsak, iyi ile kötüyü karıştırır, Rabbi şeytanla barıştırırız. Bilgisiz (aşırı bilgili mi bilgiç mi demeliydim, bilemedim) sûfîler bunu yapıyor, şeytanı “muvahhid” kabul ediyor. Gerekçeleri de, ‘Allah’tan başkasına secde edilmez, şeytan bunun için Âdem’e secde etmedi, Rab şeytanı denedi, şeytan da bu denemeyi kazandı.’ diyorlar. Bu yaklaşım, Rabbin her emrinden şüphe etmeyi “aklen/mantıken zorunlu”! kılar. Tasdik = Güven = İman olmazsa, akıl, kolayca her yöne kayar/kayabilir. Her şeye rağmen tasdikle yakîn iman = îkân arasında belli bir mesafe de vardır. Rabbi Hz. İbrâhim’e, “inanmıyor musun?” deyince, O, ‘inanıyorum Ya Rabbi! ama kalben tatmin olmak = kalbimin yatışmasını görmek! = mutmain olmasını istiyorum.’ = leyatmainne kalbî.” demişti. O bunu, Rabbin görülmesi meselesinde değil, Rabbin nasıl yarattığı meselesi hakkında söylemişti. (2/Bakara, 260.)

...

Sanki!, “tatmin = kalbin mutmain olması durumu”, bitür “yeterlilik durumu”!.

Bu “yeterliliğe” ulaşmak mümkün mü, ben bilmiyorum; bu, bizim maddî doyumsuzluğumuza (!) benzer bişey değil. Maddî doyumsuzluk dışsal; bu ise içsel bişey. 

Cennetteki şeyler de bu anlamda dışsal; ondan dolayı bilenler, “huri, gılman sizin  olsun’, ben O’nu istiyorum.” ‘Aşkın aldı benden beni, bana Seni gerek Seni.’ (Yunus Emre) demişler.

...

Bilgimiz ne kadar artarsa artsın, Tanrı’ya ilişkin bilgimiz de tasavvurumuz da sona ermez; erseydi, “anlam ve arayış” biter, yaşamanın artık bir “amacı” kalmazdı.

Rab, cennette bile bize Kendini “göstermeyecek”, “Selâm’ını gönderecek.” = “Selâm-un kavlen min Rabb’in Rahîm”. (Yasin, 58.) diyecek.

Kimine, belki de “gün gelecek” cennetlikler yetmeyebilecek, belki de onların orada, “canları sıkılmaya başlayacak”!; onları “çekecek, onlara cazip gelecek” “Bişey”! olmalı; işte “O Şey”!, Allah’tır; Allah, “bitmez-tükenmez feyzin Kaynağıdır.”; O Kaynaktan gelenler, bitmez ama o gelenler, bilenleri yine de kesmez!.

Ebediyet, ebedî hayat, ebedî mutluluk budur. Bu hâl, bilgiye de tasavvura da sığmaz; bu hâl, sadece tasdik edilir.

Rabbi görürsek, akledecek ve hayal edecek bişeyimiz kalmaz. O, bize her zaman = sonsuzca câzip gelmeye devam etmeli.

Burada da ötede de.

(Not : Bu yazıyı paylaşıp-paylaşmamakta tereddüt ettim. Üç noktalar “...”, düşünce boşluklarını gösterir. Bu konuda düşüncem ‘olgunlaşmış’ değil, ham; fikri olanlara açığım.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET