TAM ya da MÜKEMMEL

Bişeyin, tam ve mükemmel olması onun hiçbir şeyinin eksik olmaması, bitmesi, her şeyinin tam olması, o şeyin bişeye ihtiyacı olmamasıdır.

Böyle bişey olur mu; olursa, adı Tanrı olmaz mı?!.

Tanrı, bişeyi tam ve mükemmel yapar ama yaptığı o şey, O’nun gibi olmaz; olursa, O’nun yaptığı her şey O olur. 

Bu girizgâhtan sonra esas konum Maide Sûresi 3. âyetteki “el-yevme ekmeltü leküm dineküm ve etmemtü aleyküm ni’metî.” ibaresine geleyim. Âyet, haram olanları sayıyor, hurrimet = haram kılındı diye başlıyor; sûrenin ilk, ikinci, dördüncü ve beşinci âyetlerinde de uhille ve tuhıllu (halle/helâl kılma) fiili kullanılıyor.

Din, helâl ve haramların belirlenmesidir. Her dinin helâlleri ve haramları olur/vardır. Allah’a teslimiyet dininin = İslâm’ın helâl ve haramlarını Allah belirler. Bu âyet, “dininizi kemâle erdirdim, size olan ni’metimi tamamladım” diyor. Kemâl de tamam da, mükemmellik formu ile ‘ekmel ve etmem’ şeklinde kullanılıyor.

Bişeyin tam ve mükemmel olması, ilk paragrafta söylediğim şekilde ona bişeyin ilâve edilememesi, o şeyin tam bitmiş olması ise, din tamamdır, bitmiştir, ona artık bişey ilâve edilemez/eklenemez. Din böyle “bişey” midir? Böyledir. Dini “somut ve bitmiş bir yapı” olarak algılarsak, ona “tarihî eser” muamelesi yapar, onu koruruz, ona yeni bişey ilâve edemez, yaşadığımız hayattan koparırız!. Bu konuyu ileride biraz daha açacağım. Pekiî, “ni’metimi de tamamladım.” diyor; bunu nasıl anlayacağız? Bizlere ni’met vermeye devam ediyor. Dini de ni’meti de hem somut hem soyut şekilde anlamak mümkündür. Somut din, somut olarak o gün yaşanan hayattır; somut ni’met, o gün yenilen-içilen, kullanılan ekmek, su, ateş vs.’dir. Soyut din, akîde/inanç, ahlâkî ilke ve kurallar; soyut ni’met, sevgi-merhamet, bilgi-hikmet, din vb.’dir.

Dinin tamamlanması sadece somut anlamda olsaydı, doğrudan o gün yaşanan hayatlara endeksli = ayarlı olur, o gün, o hayat/lar bitince din de biterdi; bugünkü ve daha sonraki hayatlara bisözü olmaz, bisöz  söyleyemezdi. Âyette kemâle erdirildiği (tamamlandığı) söylenen din, tüm hayatlara müteallik olan (müteallik : ilgili, alâkalı), temel inanç/iman (içsel) ve ahlâk (dışsal/davranışsal) ilkeleri, somut ve soyut yol işaretleridir. Bu anlamda din, çelik bir sandık ve o sandığa doldurulan “malzemenin” ağzı kapatılmış mühürlenmiş hâli gibi değil; her hayatın içinde bizzat olan = kendini hissettiren = yaşayan “bişeydir.”!. Böyle bişey nasıl tamamlanır ve kemâle erdirilirse, o âyeti de öyle anlamalıyız. “Dini Tanrı gibi”! görmemeli; dini doğru anlamaya çalışmalı, “ondaki evrensel mesajlar ile yerel mesajları ‘bir ve aynı’ addetmemeliyiz.” Dün = dinin indiği gün, biçook şey (fikrî mülkiyet, patent, biyolojik-kimyasal, nükleer silahlar, yazılım vb.) hayatta yoktu; bugün bu din, bunlar hakkındaki sözünü nasıl söyler?!. İlkeleriyle. İlkeler, davranış kurallarını (helâl ve haramların/yasakların ilahî gerekçelerini) belirler. İşte tamam olan/tamamlanan, mükemmel olan/ekmeltü denilen bu ilkelerdir, bu dindir.

Her yaşanan hayatın fiilî/reel/somut yanları yanında, o hayata = o hayatın fiilî/reel/somut yanlarına (realitelerine) “yön” veren ilkeleri vardır. Din, esas itibariyle bu “ilahî, evrensel ve değişmez ilkelerdir”; “bence!” tamamlanan budur, yaşanan hayat/lar değil; bu ilkeler, yaşanan her hayata tatbik edilebilir ve yaşanan her hayatı = hayatları dinî kılabilir. Böyle bakarsak, dini hayata değil, hayatları dine uydurmuş ve “dini hem güncellemiş hem güncellememiş”! oluruz.

Buradan tutuculara (aşırı gelenekçilere, selefîlere) da modernistlere (çağdaşlara) de biraz da olsa bi pay, bi parça ekmek çıkar mı, bilemem. Nasiplerine bağlı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET