ZAMAN HK...

Zaman, bilinmesi, kavranması çook zor olan şeydir; hareketle özdeşlenir ve zamanın içinde olduğumuz için, içerden zamanı keşfedemeyiz, denir.

Aslında zaman, bölünemeyen bir “bütündür.”!. Bizden önce de vardı, şimdi de var, gelecekte de var olacak; hiç bitmeyecek. Buradaki bölünüş ve bitiş = süre/ecel, buraya özgü ve sahtedir!. 

Dünya zamanı, gece-gündüze (güneşin doğuş ve batışına), 24 saate ayarlı; başka dünyalarda başka güneşler var, belki de oradaki günler 240 saat/te, 2400, 2 milyon saat/te ... sürüyor; o güneşler bu kadar bir sürede doğuyor ve batıyor...

“İşler (!), sizin hesabınıza göre bin yıl süren bir günde O’na yükselir...” (32/Secde, 5.)

“Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir günde O’na yükselir.” (70/Mearic, 4.)

Bu âyetler, bize burada zamanın “göreceli/nisbî”! olduğunu gösterir.

Zaman, kişinin içinde bulunduğu olumlu-olumsuz psikolojik duruma (moda) göre çabuk da geçer, hiç geçmek de bilmez.

Sûfîler zamanı, ân-ı dâim, ibn-ul vakt, eb-ul vakt gibi terimlerle ifâde ederler ve derler ki : dünle (geçmişle) ve gelecekle uğraşmak, insanı ziyana sürükler; ân değerlendirilmeli ve ân, geçmişle geleceği birleştirmeli = zaman bölünmemeli (ân-ı dâim)!.

Esasında Ezel (Evvel/İlk) ve Ebed (Âhir/Son) kavramları da bu bölünmeye işarettir; Tanrı, bu ikisini (Evvel’i ve Âhir’i) birleştirir, ikisi Tanrı’da birleşir, Tanrı’da bölünme yoktur = Tanrı’da zaman yoktur. O, zamandan ve mekândan münezzehtir.

Bu hayat (dünya), kişiler bazında bölünmüş zamanın yaşandığı yerdir = mekândır; âhirette zaman bölünmeyecek ama mekân, cennet ve cehennem olarak bölünecektir; insanlar ora(lar)da, bu bölünmüş zamanda yaptıklarının karşılığı göreceklerdir.

Öte dünya, zamanın olmadığı ebedî dünyadır, ebedî hayattır. Orada Rabb, burada bizim bildiğimiz zamanı ortadan kaldıracak, yok edecektir.

Pekiî, orada üzerimizden zaman geçmeyecekse = bir hareket olmayacaksa nasıl yaşarız, hep “aynı hâlde” kalmaz mıyız?!.

Allah-u A'lem, bunu, insanın bedenden tamamen ayrı/bağımsız olduğu = bedenini dahi fark edemediği psikolojik (ruh) hâli (içinde bulunduğu mod) daha kolay açıklar. Yoğun sevinç/neşe, mutluluk ve huzur hâli ile yoğun üzüntü/tasa, keder ve ıstırap (ızdırab) hâlini düşünün ve bu hâlleri bitirmeyin = ebedî kılın!; o neşeden/mutluluktan ya da acıdan zamanı fark edebilir misiniz?!.

Yine Allah-u A'lem, mekân, kesîf, yoğun ve ağır olan; zaman, latîf, şeffaf ve hafif olandır; cennet, bu mekânın üstü, bağlar-bahçeler, akan sular, yeşillikler, muhteşem nimetler, herkesin derecesine göre; cehennem de, bu mekânın altı, karanlık mağaralar, sıcak mağmalar, o mekânın olanca ağırlığı üzerinizde...

Yine Allah-u A'lem, mekân üstünün bunca güzelliğine rağmen!, bazı kimseleri o mekân da ‘kesmeyecek’, onlar, mekânı da aşacaklar/unutacaklar!.

Ötedeki zaman, “göreceli” değil; ya yok ya da biz onun farkında olmayacağız; kimimiz acıdan, kimimiz de neşeden... 

Yine Allah-u A'lem, mekânın da farkına varmayanlar, “Rable olanlardır.”!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET