VARLIK-YOKLUK

Varlık, felsefede ‘en geniş’ kavram ama ben burada bu kavramı felsefî anlamına ‘teğet’ kullanacağım; yokluk ise, varlığın zıttı.

Varlıklı olmayı ‘zenginlik’ anlamında; yokluğu ise ‘yoksunluk = fakirlik’, bişeye sahip olmama anlamında kullanıyoruz. (Varlıklı olma da yoksun olma da görecedir.)

Önce, ‘bişeylere’ (eve, arabaya, mala-mülke) sahip olmak için; sonra, ‘bişey’ olmak (unvan, makam = vâli, bakan vb.) için çalışıyor-çabalıyoruz. 

Bunları ‘varlık’ sanıyoruz!.

Bunlara sahip olanların ‘cenazelerine’ katılıyoruz ama ‘ibret’ almıyoruz.

Rabbimiz, her şeye = her işine olduğu gibi, eceli gelen eş-dost, akrabalarımızın ölüm işine de Elçisini (Elçilerini, en büyük meleklerinden Azrâil’ini) gönderiyor, ‘görmüyoruz’!.

Varlık zannettiğimiz şeylerin ‘gerçekte varlık’ olmadığını (yokluk olduğunu) bilmiyoruz.

Öyleyse ‘varlık’ nedir?

Kalıcı olan iyiliktir.

Bizim ‘varlık’ kabul ettiğimiz şeyler, yerinde = doğru kullanılmazsa ‘geçici’ varlıktır, süstür, dünyalık ‘oyun malzemesidir.’

O kadar ‘ölüm = cenaze’ görmemize, yakınlarımızı toprağa vermemize rağmen, dünyanın ebedî olduğuna hâlâ inanmaya devam ediyorsak, ‘varlık’ peşinde koşabiliriz.

Bu, ‘varlıklı olmayalım’ anlamında değildir; bizim ‘bizâtihî varlık’ zannettiğimiz şeyleri (malı-mülkü, makamı) gerçekte/sahici varlık değeri taşıyacak şekilde iyilik (hayır, Allah) yolunda kullanmamız anlamındadır.

Sağken, sahip olduğumuz maddî-manevî ne varsa (mal-mülk, makam, ilgi-sevgi, bilgi vs.), onları Allah yolunda kullanmadığımız, bize ve yakınlarımıza ‘gelen görünmez Elçileri(n eserlerini = yaptığı işleri) görmediğimiz = anlamadığımız’! sürece, ölüm gelince yanıldığımızı göreceğiz = anlayacağız ama iş işten geçmiş olacak!.

Modern zihin, yanlış kurgulanıyor, yanlış eğitiliyor, kalp de bundan nasibini alıyor; ölüm bile bu zihne, bu kalbe tesir etmiyor; modern hayat o kadar “oyalayıcı” ki bu zihin = insan, ölüm üzerinde tefekküre vakit bulamıyor, ya da bu (modern) hayatı kurgulayanlar, insanın her dakikasını medya ile (reklâm ile, lüks ile) işgal ediyor.

Efendimiz, “ölüm, en büyük nasihattir.” buyurmuş ama bu nasihati bile modern insan = modern yaşam, hayatın dışına çıkarıyor, mezarlıklarını (şehir) hayatından uzaklaştırıyor, ‘kenara/dışarı atıyor’!.

Dün, ölümle hayat iç içeydi; mezarlıklar yol üstünde idi; belki de bu yüzden dünyaya bu kadar ‘tamah’ yoktu. Ölüm = öteki hayat unutulunca; hayat, bu hayat oldu/oluyor, artık ölüm gelene kadar kişinin aklı başına gelmiyor; ölüm gelince de Allah-u A'lem çook büyük ihtimalle çoook büyük pişmanlıklar yaşanıyor/yaşanacak!. 

Ölüm sürekli hatırında olanın varlık anlayışı, bizimki ve felsefeninki gibi olmasa gerek.

Ölüm sürekli aklında olan bir adamı modern psikiyatri ‘nevrotik kişilik’ olarak tanımlar/niteler ama din, o adama Mü’min der. Nâçizâne, iş işten geçmeden din-bilim çatışmasına bir de buradan bakalım da modern bilim paradigmasını ve modern hayat anlayışını sorgulayalım, derim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET