ÇEŞİTLİLİK ve DÜZEN

Çeşitlilikten kastım, psikolojik, sosyolojik, ırkî, ekonomik ve siyasal farklılık = çokkültürlülüktür. 

Psikolojik farklılıklar imanla = Allah’a güvenle; sosyolojik-ırkî farklılıklar islâmla = Allah’a teslimiyetle; ekonomik-siyasal farklılıklar adâletle ve infâqla çözülür, çözüme kavuşur.

İman, temeldir; islâm esastır; adâlet olmazsa olmazdır. İman varsa, islâm, infâq ve adâlet olur; iman yoksa, çatışma kaçınılmazdır.

İçinde iman olan (müslüman) milletler, büyük çoğunlukla (ve genelde) Araplar, Farslar ve Türklerdir. Tarihte bu üç millet, “asabiyet” (usb/ırk) yüzünden birlik (ümmet) olamamıştır; hâlâ da öyledir. Mü’min, salâtı ikâme eden, zekâtı veren, adâleti = kıstı ayakta tutan insan demektir. Salât, hem bireysel-psikolojik hem toplumsal (cemaat) inşâdır; zekât, ekonomik; kıst ise, sosyal-siyasal adâlettir. Hiçbirini ayırmadan söylüyorum bu üç millet, salâtla yeterince inşâ olamadığından = salâtı bir “ritüel” olarak yerine getirdiğinden, asabiyet aşamamış; zekâtın toplumsallığını kavrayamamış, onu sadece bireysel bir görev = temizlik addetmiş; kısta (adâlete) gelince de onu önce cana (kendi yakınlarına = ırkına) sonra cananına (öteki müslüman milletlere) göstermiş; bu yüzden “ümmet olmayı” başaramamıştır. Emevîlerin, Abbasîlerin, Selçûkîlerin = Selçukluların, Osmanlıların, Türklerin = Türkiye’nin, Arap Devletlerinin, İran/Pers/Fars Devletinin kuruluşu = Ümmet bütünlüğünün bozuluşu “ekonomik ve siyasal pastanın = toprakların, o topraklardaki yeraltı-yerüstü rantın = mülkün âdil” paylaşılamamasındandır.

Efendimiz vefat edince Hz. Ebû Bekir, zekât vermeyenlere savaş açar; Hz. Ebû Bekir bilir ki zekât vermemek, bağımsızlık ilân etmektir, riddedir, bu savaşlara ridde savaşları denir. Biz riddeye irtidat = dinden dönme diyoruz ama aslında bu, bir dinden dönme değil, ümmeti bölme; ---dinden dönen falan yoktur---, dini kendi kabilevî/asabî (millî) emellerine göre “yorumlayarak” “millî devletler” = sultanlıklar/saltanatlar kurma ve o devletlerin başına geçme özlemidir. O gün bunun en belirgin sebebi Efendimizin vefatı idi; bugün ise kıstın = adâletin sağlanamama endişesidir. ‘Bal tutan parmağını yalıyor’, herkes önce ehliyeti-liyakati olmadığı hâlde kendi yakınlarını işe alıyor, adam kayırıyor, nepotizm yapıyor.

Dün, Arap olmayanlar = mevâliler, devlet kademesinde çalışamaz, yüksek bürokrat olamazdı; Araplar birbirine düşünce = Abbasîler yönetimi ele alınca, Türklere askerlik; Farslara kâtiplik verilmeye başlandı; sonra Türkler isyan etti, Selçuklular kuruldu; taht kavgaları ve ekonomik adaletsizlik Selçukluları da dağıttı, peşinden Osmanlılar geldi; Osmanlılar Perslerle savaştı; Araplar ayrıldı, ... bugünkü parçalı yapı oluştu, ümmet bölündü.

Sebep : Namazla/salâtla zekâtın, zekâtla adaletin/kıstın arasının açılması ve asabiyetin tekrar hortlamasıdır. Hâlâ bu ümmet, “imamlar Kureyş’tendir.” diyerek ‘şerîf ve seyyid’ unvanlarından medet umuyor, ehliyet-liyâkat ve adaleti unutuyor. Hâlâ Araplar Türklere, Türkler Araplara, Persler Araplara, Araplar Perslere, Persler Türklere “yan gözle”! bakıyor; bu da “küresel şeytanî güçlerin” inanılmaz bişekilde işine geliyor.

Küresel şeytanî güçler, “böl, parçala, yönet.” derken; Rabbimiz bize : “Hepiniz birden/toptan Benim ipime (bihablillah) sarılın, ayrılığa düşmeyin...” (3/Al-i İmran, 103.) diyor ama biz ırkî ve kültürel asabiyeti (= milliyetçiliği) bahane ederek Rabbimizi değil şeytanî güçleri dinliyoruz. Üstelik bir de kendi aramızda millî ve dinî mikro-milliyetçilikler (boy-oymak, Kürt-Türk, Laz-Çerkez,  mezhep-cemaat-tarikat vb.) oluşturuyoruz.

Böyle/bu şekilde dünyada âdil bir düzen kurulabilir, huzur sağlanabilir mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET