ÜÇ DİL

İslâm dünyasında üç dil var: Arapça, Farsça ve Türkçe; buna üç millet de diyebiliriz, Araplar, Farslar ve Türkler. Üç milletin  (dinleri değil, dini anlayış biçimleri) “din anlayışları, dini algılayışları” birbirinden farklı. Bu farklılık, büyük oranda “dilden ve yaşanılan coğrafyadan” kaynaklanıyor. Araplar, çöl insanları; Farslar dağ; Türkler bozkır/step. Araplar deveyi; Türkler atı; Farslar/Persler (atı/kısrağı eşek ile çiftleştirerek) katırı çok kullanan milletlerdir; bu milletlerin yaşadığı coğrafya bunu gerektirmiştir. Türkler savaşçı ve göçebedir; Persler “inatçıdır”, kolay kolay yer değiştirmezler; Araplar ise çölü terk etmezler...

Bu üç milletin kültürü (aslında dili, dil kültürü taşır), İslâm anlayışlarına da şekil vermiştir. İslâm, 610’da yeni bir hayat öngörünce, önceden yaşanan hayatları ister istemez değiştirecekti ama İslâm’la tanışan bu milletler geçmiş hayatlarını (alışkanlıklarını, kültürlerini = dillerini) tamamen değiştiremezlerdi, nitekim değiştiremediler ama İslâm’dan alabileceklerinin “a’zamisini” aldılar, kültürlerini İslâm’la harmanladılar. Bu gayet normaldi; normal olmayan, alışılmış kültürlerini = geleneklerini dinin/dinlerinin = İslâm’ın önüne koymaktı; hâlâ da öyle yapıyorlar.

Şahsen ben, günlük-rutin işlerimde dilimi = Türkçeyi kullanıyorum ama dinî bir bilgi edineceksem Kitâb’ım Arapça olduğu için Arapçayı tercih ediyorum; dil (kültür ve ırk) taassubu yapmamaya gayret ediyorum.

Tarihte, İslâm hakkında yazılmış eserler Arapça, Farsça ve Türkçe ama dün, Arapça bilmeyenler din hakkında Farsça ve Türkçe eser yazmamıştı. Dün, ulemâ arasında bu üç dil de konuşuluyordu; sözgelimi Celaleddin Rumî eserlerini Farsça ve Türkçe yazmıştı; 13. yüzyıldan itibaren bizde Türkçe ön plana çıktı, bunda biçok şeyin olduğu gibi Moğol istilâsının da etkisi vardır...

Süreci biraz daha deşersek, ırk ve kültür = dil asabiyeti = milliyetçilik, dinin önüne geçer ve bu üç millet kendi kültürüne göre dini “böler”; ortaya Arap İslâm’ı; Pers/Fars İslâm’ı; Türk İslâm’ı çıkar. Bugün bunun görünümü, Selefîlik-Vahhabîlik; İsnâAşere-Şiîlik ve Maturudîlik-Sünnîlik olarak karşımıza çıkar/çıkıyor.

Dil = Kültür, biyanıyla hakikati ararken, biyanıyla da hakikati böler. Dillerin kökü/kökeni “hâl dili, gönül dilidir”; onun vatanı da “ortak fıtrat, ortak yaratılış, ortak/ma’şerî vicdandır.”

Her millet İslâm’ı, İslâmî kavramların içini kendi kültürüne göre dolduruyor, kendine göre yorumluyor; ortak vicdan = ortak Rab ne diyor, neyi kast ediyor diye sormuyor. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET