OTORİTE PROBLEMİ

Otorite, Latince bir kelime, autorite/autority. Auto (author), söz söyleme yetkisini elinde bulunduran kişi ya da yazar demek; rithe, rit/e ise, kutsal âyin, tören. Otorite, kutsal işleri (meseleleri) ve âyinleri yöneten, bu işler hakkında söz söyleme hakkını elinde bulunduran kişi ya da kişiler (konsül, meclis vb.) demektir.

Günümüzde seküler anlamıyla bu kelime siyasî son karar mercî anlamında. Seküler dünya bu kelimeyi dinden transfer etmiştir; dil ve dilin kelimeleri bidâyette aynı anlam havuzundan (din havuzdan) neşet eder; bu kelimelerin lafızları, içerikleri ve kapsamları (içlem ve kaplamları)  değişse/farklılaşsa da kök anlamları (asıl bağlamları) aynı yere işaret eder, varır, dayanır.

Dinde nihaî otorite, İlâh’tır = “Lâ ilâhe illâ Allah.” İlâh, otoritesini kime, nasıl paylaştıracağına Kendi karar verir; Meleklerine ve Peygamberlerine bir nevî “yetki devreder”, bu yetkisini de istediği zaman geri alır. ‘Tamamen Kendi kullanır, hiç kimseye “yetki” devretmez.’ dersem, hayat ve akıl durur; böyle bir durumu biz anlayamayız!. 

İnsanî dünyada ve inananlar arasında Peygamberler sağken, dinî ve dünyevî otorite Peygamberlerde idi. Peygamberler vefat edince, yetki karmaşası yaşandı. Bu karmaşa dinde (dini anlayışta, dini anlamada) ve siyasette (dinin pratik uygulamasında) ayrılığa/bölünmelere neden oldu.

Peygamberlerin vefatından sonra yetkiyi, ya tek kişi ya da biçook kişi paylaştı. Bu paylaşım, hem kişi sayısına hem yetkinin paylaşımına göre şekillendi. Tüm dinî, toplumsal, siyasal yetki tek kişinin elinde ise, buna kral ya da sultan dendi; bir ya da bir kaç kişi bu yetkiyi/otoriteyi paylaşmışsa, buna ruhbanlar konseyi, velâyet-i fakih, fukahâ meclisi/din adamları konseyi, oligarşi, aristokrasi, demokrasi, ya da parlamento/senato gibi isimler verildi. Yetkinin kendisi de bizzat, yasama, yürütme ve yargı şeklinde bölündü; her bir bölüm, belli bir gruba/sınıfa verildi; bu grupların başına da sembolik bir “Lider/Başkan” konuldu, vs... bunlara “yönetim biçimi, yönetim şekli” denildi; vs...

Bugün insanoğlu, “en ideal yönetim biçimi, yönetim şekli” olarak demokrasiyi görüyor ve uyguluyor ama demokrasiler de her kesimi memnun etmiyor. Çünkü demokrasilerde karar alıcıları, ekonomik ve kültürel/fikrî olarak güçlü olanlar belirliyor; “göstermelik bir seçim için” halka/ahâliye başvuruluyor. Bu seçim, ad olarak demokratik ama öz/asıl olarak seçilmişlerin seçimi. Herkesi, her kesimi memnun edecek ideal bir seçim (sistemi) neredeyse mümkün değil gibi görünüyor. Bunun için din (= Allah), insanları Allah’ın otoritesine güvenmeye = inanmaya ve inanan insanları da dürüst, ahlâklı ve taqvâlı olmaya çağırıyor.

Herkesin inanmayacağı bilindiği için de, “gayri müslim hukukunu” ayrıca düzenliyor.

İnsanlar, ‘Lâ ilâhe illâ Allah’ deyip bu Sözün (Tek ve En Âdil Otorite’nin) arkasında durmadıkça, âdil, çatışmadan tamamen arınmış, huzurlu bir toplum kurulamaz, kurulamayacaktır; dünyanın yapısı ve bu hayatın sınav olma özelliği de, buna uygun değil. Sorunsuz, huzurlu ve mutlu bir toplum ve yaşam, ötede, cennettedir; çünkü ötede iyilerle kötüler tamamen ayrılacaktır.

Haâ, burada bu mümkün değil diye, yan gelip yatmanın anlamı da yoktur. Bunun için çalışmanın semeresi belki burada!, ama kesinlikle orada = ötede alınacak, ötedeki yerimiz buna göre belirlenecektir.

Dün de (tarihte de) bugün de yaşanan, gelecekte de yaşanacak olan tüm ayrışmaların, çatışmaların arkasında (arka planında, derûnunda) otorite problemi vardır; bu probleme kesin çözüm : “Lâ ilâhe illâ Allah’tır.” Ama herkes bu Sözün değerini ve hikmetini bil(e)miyor, bu Sözü söyleyen/ler bile.

Gerçekten Allah’a = âhiret gününe = hesaba = cennete ve cehenneme inanan birinin otorite sahibi olması ve kullanmasıyla, bu imana sahip olmayan birinin otorite sahibi olması ve kullanması “bir ve aynı” olur mu?!.

Kitâb bu durumu 32/Secde 18. âyette şöyle ifâde eder.

“Mü’min kimse ile fâsık kimse ‘bir ve aynı = eşit’ olur mu? Elbette olmaz.”

أَفَمَن كَانَ مُؤْمِنًا كَمَن كَانَ فَاسِقًا لَّا يَسْتَوُونَ

Hem yöneten kişi/ler olarak hem de yönetilen kişi/ler olarak bir ve aynı = eşit olmaz/lar, olmaları da mümkün değildir.

Otoriteyi ilkesel ve vicdanî olarak Allah’a vermeden ya da hakkı ile “Lâ ilâhe illâ Allah.” demeden, otorite problemi çözülemez ve insanlık rahata eremez. Tüm diğer ibâdetler, Kelime-i Şehâdet'in pekiştirilmesi/sağlamlaştırılması içindir. Namaz, bireysel ve toplumsal (cemaat) olarak;  oruç, temel/zarurî ihtiyaçlardan bile fedâkârlık ederek; zekât, ihtiyaç fazlalarını ekonomik eşitlik/adâlet için vererek; hacc, ümmetin siyasal birliğinin/eşitliğinin evrensel sembolü olarak Kelime-i Şehâdet'in etrafındaki yerlerini alırlar; bu ibâdetlerin tümü Allah için = Allah'ın vicdanlardaki ve hayattaki otoritesini güçlü kılmak için yapılır. Konu vicdanlarda ve pratikte bu şekilde çözülüp, otorite Tek Allah’a verilince, bu otoritenin şeklî düzenlemesi, ayrı ve basit bir konu hâline gelir kanaatindeyim; yeter ki yönetenler de yönetilenler de “Rabbimiz de İlâhımız da Allah’tır.” desinler ve taqvâlı/samimî olsunlar. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET