İÇKİN
Eski tabirle mündemiç; içerde olan. İçerde olan varsa, dışarda olan da vardır. Kişi, dışarda olanı duyularıyla bilir; içerde olan için, duyulara ihtiyaç yoktur; (derin) bilinç, kendini = içerdekini = içkini de bilir. Bilinç, derin olandır; buna vicdan da denir. Vicdan, VCD’den, kişide = bilinçte olanı bulma ve o bulma/bulunan ile İlâhî bağ kurma = üflenen ruhla, Üfleyen’le irtibat kurmadır.
Bu bağı kuranların imanı güçlü olur/muş; bu bağ kurulamazsa, duyu düzeyinde = fenomenal düzeyde oylanıp-durulur/muş, bilimcilik = scientism hastalığına tutulunur/muş; bir türlü “biyerde/binoktada”! karar kılınamaz, daldan dala atlanılır, gövde (ve kök = temel/asıl/usul) bulunamaz/mış. Usulsüz/asılsız (dayanaksız, temelsiz) bilgi/bilim, dağınık, karışık ve karmaşıkmış.
Dışarı dağınıktır, karışık ve karmaşıktır; dışarının dağınıklığını, içeri (içerdeki öz, vicdan, iman) toplar.
İçkinin karşıtı aşkın = müteâldir; içerinin karşıtı dışarıdır; âlemin içinde (bibaşkasına göre dışarda) olan ben, burada, bu dünyada “bu içkini” bulamazsam, Müteâl = Aşkın Olan ile irtibat kuramam!.
“İnsan, küçük kâinat; kâinat, büyük insandır.” Aslında kâinat insana (= insan kendi kendine) yetmemektedir; insan, Aşkın = Meteâl Olan’ı = kâinata Sığmayan’ı aramaktadır.
O, ne içerdedir (içkindir, ben’dir) ne de dışarda biyerlerdedir, “her yerdedir.”!.
Yorumlar
Yorum Gönder