HAVA

Hafif (latîf) olduğu için küçümsediğimiz “en değerli” şeydir hava; büyük nimettir ama onun değerini bilemiyoruz.

Havanın bize ilişkin yanı nefes/soluktur. İki dakika nefes alamasak = havasız kalsak, ölürüz.

Paraya (paranın aldığı şeylere) değer verdiğimizin milyonda birini havaya vermiyoruz, havayı kirletiyoruz.

Hava da paralı olsa ne yaparız?!.

Kapitalizm, “hava parasını” icat etti; elinden gelse havayı da su gibi paketleyip satacak!.

Havayı küçümsediğimizden, onu boş ve anlamsız söz, fiyakalı davranış için de kullanıyoruz; ‘hava sıkıyor’, ‘hava atıyor’ diyoruz; havaya eklediğimiz o kadar çok deyim var ki!..

Sözlerimizin “hava kadar” değeri olsa daha ne isteriz!; gerçi havanın değerini bilmeyen, sözlerin de değerini bilmiyor.

Havanın Arapçası : Hevâ (هوى) ya da (هواء); esinti demek; “ilâhehu hevâ”daki hava.

Burada “çook karmaşık”! bir durum var!.

Necm Sûresi ilk âyette de aynı kelime (هوى) geçer. Oradaki kullanım, bildiğimiz hevâya = boş ve anlamsız arzuya (keyfe, ilâhehu hevâya) uymaz. 

Benim kanaatim, havanın ilâhî bir lütuf olduğunun bilerek “teneffüs” edilmesi, meseleyi “binebze de olsa” çözmemize yardımcı olur. Onu (havayı) ilahî lütuf olarak görmezsek, kendi kendimize “hava üfleriz, hava atarız, hava basarız”; görürsek, onun bize “üflenmiş bir nefes = nefha” olduğunun farkına varırız. (“... ve nefahtü fîhi min Ruhî... o şekillenmiş bedene Ruhumdan üfledim...”

O hava, hâlâ üflenmeye devam edilmiyor mu?

O, “üfürüğünü”! geri alınca, bedenimiz ölmüyor mu?

Rabbimizin neredeyse her şeyini paraya tahvil ettiler; bir “üfürüğü” kaldı; Allah-u A'lem, herhalde sadece onu “satamayacaklar”!.

Ama “kirletiyorlar.”!.

O ise, sürekli “rüzgârlarını”! göndererek onu temizliyor.

Rüzgâr, rıyh; ruhla aynı kök.

Rüzgâr, farkına varılmamış (değeri bilinmemiş) havadır. Onun (havanın ve rüzgârın) değerini bilenler için o (hava ve rüzgâr) “tatlı bir esintiye = melteme” dönüşür; değerini bilmeyenler için de fırtınaya, sayhaya.

Ruha da böyle bakabiliriz; gerçi ruh hakkında bize “çook az bir bilgi” verilmiştir ama...

Efendimize inen/gelen Ruh (Cebrâil), Onu yıkan bir Ruh değil, yapan bir Ruh’tu; Onu Rabbimiz hidâyet için göndermişti.

“Esen her rüzgâra”! dikkat edelim. Onlar da bize “bir ruh” taşıyor olabilir; bi kısmı, “havanın” farkına varmamız için; bi kısmı, bizi “yapmak içim”; bi kısmı da bizi “yıkmak için” esiyor olabilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET