SABİT, SEBAT ve TEREDDÎ

Sebat : Kararlılık. Azim. Sözünde, davranışında ve kararında ısrar. Sěbite. Sabit ve sağlam durma da aynı kök : Sebbete (ثبت). Sâbite, sabitliği, durgunluğu, biyerde hareketsiz durmayı çağrıştırırken; sebat, hareketliliği ve istikrarı çağrıştırır.

14/İbrâhim, 27. âyet :

“Allah, iman edenleri dünya hayatında da ahirette de ‘sapasağlam bir söz’ (kavl-i sébit) üzerinde tutar. Allah, zalim olanları saptırır. Allah dilediğini yapar.”

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاء

Yüsebbit ve Kavl-i Sébit. Kavl-i Sébit’te sabit tutma ya da Kavl-i Sébit’te sebat ettirme. Fâil Allah. Bu Sebbete’ye sabit tutma anlamı verirsek, aynı hâlde bırakma = durma ve tutma; sebat ettirme anlamı verirsek, istikrar = kararlılık ve belirlilik içindeki hareketlilik = canlılık nispet etmiş oluruz. Bence kelimede iki anlam da vardır. Kimi ‘O Kelime’ye = Kavl-i Sébit’e (Kelime-i Şehâdet) inanır, aynı kalır ve yerinde sayar; kimi de (yine ‘O Kelime’ye inandığı hâlde) cehdi, çabayı da elden bırakmaz. İlki, ‘buldum’ deme/k; ikincisi, ‘yetmez’! deyip sürekli kemâl arama/k/tır.

Durma da yürüme de “bir iradeye” bağlıdır. Bu iradede fâil, Allah mıdır kul mudur, esas/asıl soru budur. Âyetin “görünür/lafzî anlamına göre” fail Allah’tır; bizim amellerimize göre ise biz. “Allah’ın tarafından”! bakınca Allah; bizim tarafımızdan bakınca biz. Biz, Allah’ın İradesini bilemediğimiz için biz. Biz Allah’ın İradesini bilseydik, (biz) kendimizi “bişey” sanmazdık!. Kendimizi “bişey” sandığımız için, duran da yürüyen de (sabit kalan da sebat eden de) biziz.

Allah, bizim amellerimize bakarak bizi, hem sabit tutuyor hem sebatkâr kılıyor hem de tereddî ettiriyor. Tereddî, geriye gidiş, düşüş demektir. Hareketsizliği de ileriye (= sebat) ve geriye doğru (= tereddî) hareketi de (kemâli ve düşüşü de) esasında amellerimiz belirliyor.

“Zâlim olanları saptırır.” demesi buna işarettir. Sapma, doğru yoldan çıkmadır. Yol, yürü(n)mek için vardır. Esasında yolda durmak, mümkün değildir; insan can taşıdığı = yaşadığı sürece hareket hâlindedir; kimi “yavaş” yürür, kimi hızlı, kimi de yolunu şaşırır geri gider ya da yanlış yollara sapar. Zâlim, sapandır. Bu yol, iyi ya da kötü amellerle yürünür ya da mümkünse (mümkün değil) durulur.

“İhdinâ’s sırât-al müsteqîm.”

Ya Rab!. Bizi hem doğru yolda hem sabit tut!, hem de o doğru yoldan çıkarmadan yürüt!; o yolda istikrarlı = sebatkâr bir şekilde yürüyen, ni’met verdiklerinin (4/Nisâ, 69.) yürüdüğü gibi; gadap ettiklerinin ve dalâlete düşenlerin (zâlimlerin) saptığı = tereddî ettiği gibi değil. (1/Fatihâ, 6-7.)

Biliyoruz ki Sen, “keyfe mâ yeşâ” dilemezsin, Senin değişmez bir Sünnet’in = Yasa’n var, buna Sünnetullah diyorsun, keyfî/rastgele dilemez, bizim amellerimize bakarak dilemeni gerçekleştirirsin; bizi kâmil iman ve sâlih amel sahibi kıl!; sapkınlardan (zâlimlerden) eyleme!, duâlarımızı kabul buyur!.

Âmin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET