ÜÇ ŞEHİR

Tahmin edeceğiniz üzre Ankara, İstanbul ve İzmir’den değil, Mekke, Medine ve Taif’ten söz edeceğim.

Bu üç şehir, o zaman da Arap yarımadasının üç büyük şehri idi; en meşhuru da Mekke idi. Hıristiyan Habeş Krallığının Yemen Vâlisi Ebrehe, onun “meşhurluğuna” bir son vermek için Efendimizin doğumundan yaklaşık 50-60 gün önce bu şehre bir saldırı düzenler; Elem Tere olarak bildiğimiz Fil Sûresi özet olarak bu saldırıyı anlatır. Onlar (Ebrehe) fiilerle geldi, Biz de ebâbil kuşları ile. O kuşlarının attığı taşlar onları “yenilmiş ekin” tanelerine çevirdi; der sûre. Bu olay, Mekke’yi daha da “meşhur” yapar.

Mekke, dağlarla çevrili bir vâdidedir. Doğuda Ebukubeys dağı, kuzeydoğuda Nur dağı (Hira), güneydoğusunda Ecyad dağı (Efendimizin koyun güttüğü alan, şimdi yok!.), batıda Kızıldeniz (mesafe yaklaşık 80 km.), güneyde Taif (yak. 100 km.), kuzeyde Medine (yak. 460 km.). Mekke ve Medine’yi çevreleyen sıradağların adına Tevrat’taki ismi ile Paran (Arapçası Faran), güncel ismi ile Hicaz dağları denir/deniyor.

Taif, ılıman iklimi, verimli toprakları ile meşhur, Mekke’ye en yakın şehirdir. Mekke’nin sıcak ikliminden bunalanlar, burayı bir sayfiye (dinlenme) yeri olarak görürler/di. Efendimiz zamanında etrafı surlarla çevrili bir kasaba görünümündedir; o zaman şehre, Sakîf kabilesi hâkimdi, Cehmler (Cehmîler), Ahlamlar, köleler ve az sayıda Yahudiler de Taif’de yaşamakta idi. Şehrin etrafında ziraate uygun verimli araziler (bağ-bahçeler) bulunmakta; bölgenin sebze-meyve, üzüm (şarap) ihtiyacı buradan karşılanmaktadır. El sanatları ve dericilikte de öne çıkmış bir şehirdir Taif. Burada üretilen mallar Mekke tüccarlarınca güneye (Yemen) ve kuzeye (Suriye/Şam) pazarlanmakta. Zengin bir şehir Taif, ama bu zenginlik, adil paylaşılmamakta, ekonomik düzen ‘kodamanların’ istediği şekilde yürümekte/yürütülmekte. Her yerde ve her zamanda olduğu gibi bu kodamanlar da çalışmadan para kazanmakta, çalışanları faiz ile sömürmekte. Mekke tüccarlarına bile, bu adamlar faizle borç para vermekte...

Bunlar, para ile adam tutup Efendimizi taşlatmazlar mı?

Bunlar Mekke kodamanları ile de iş tutuyorlardı; düzenlerinin sarsılmasına bu yüzden razı olmuyorlardı.

Bütün insanlar hiç “eşit” olur muydu? Kimi köle (hizmetkâr) kimi efendi olacaktı. Tek Efendi (Rab) olur muydu, böyle bişey kabul edilebilir miydi?!. Kölelerin putları (ilâhları) ile efendilerin putları (ilâhları) aynı kategoride değerlendirilebilir miydi?!.

Ya da tüm ilâhlar reddedilip, Tek Bir İlâh (Allah) kabul edilebilir miydi?!.

“Lâ ilâhe illâ Allah.” diyen bir “adam” şehre (Taif’e) gelmiş!, taşlanmadan gönderilir miydi?!.

Adamlar dinlerine (düzenlerine) bizden daha sadık!. Bizim “şeytan taşlamamız” sahte!.

Taif’in ilâhesi Lât’tı; Uzza da onun eşiydi; ikisi de beyaz taştan yapılmıştı. Lât ve Menât’ı, Uzza’nın kızları olarak da bilen çoktu. Hubel’in de özel bir yeri vardı; o, Hâ (ya da Hû) ve Bâ’l’in (Babil’in rabbi, bereket tanrıçasının) bozulmuş hâli idi. Bu put, kırmızı akik taşından yapılmıştı. Hacer-ül Esved (siyah taş) siyah olduğu için onlar taşlarını (pardon putlarını) beyaz ya da kırmızı taştan yapıyorlardı. Taif ve Mekke, din konusunda da ciddî bir rekabet hâlinde idi ama kendi özel putlarının tıpatıp aynısını (bir benzeri fotokopisini, reprodüksiyonunu) Mekke’deki put evinde tutuyorlardı ki putlar da orada da onlar kendi aralarında halvet etsinler, anlaşsınlar; böylece kabileler, şehirler de birbirleri ile savaşmasın!. (Halveti, huluvv'dan (ﺧﻠﻮﺕ/خلو) tenha, boş, kapalı mekân/yer anlamında kullandım.)

Medine, o zamanki adıyla Yesrib, Mekke’ye 450 km.; Kızıldeniz’e 140-150 km. mesafede olan bir şehir. Bu şehirde o zaman Yahudiler çoğunlukta olmak üzere, müşrik Araplar, Hıristiyanlar ve Yemen’deki arîm selinden sonra göçen (yal. M.Ö. 500) ve Saba/Sebe kavminin kollarından/boylarından olduğu söylenen Evs ve Hazrec kabileleri yaşamakta idi.

...

Bu şehir, M.S. 622’de İslâm’ın başşehri olacak; Efendimizden sonraki dört halife de bu şehri başşehir olarak bilecek ama sonraları “İslâm’ın başşehirleri” hep değişecektir. Şam, Bağdat, Konya, İstanbul, Ankara, Buhara, Semerkant...

Efendimizin kabri (Ravza) bu şehirdedir. O, “Kâbe’nin gölgede kalmasını”! ve kabirlerin bir ibâdet yerine (tapınağa) dönüşmesini istememiş, gözünden çook sevdiği ata (= İbrâhim ve İsmâil) yurdu Mekke’ye yerleşmemiş, burada vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET