EBÂBİL

Kırlangıca benzer bir kuş ama o değil. Onlar yerde uzun süre yürüyemezler, konar-kalkarlar, sürüler hâlinde şehirden uzakta yaşarlar. Onlar 15-20 cm boyunda uçarken uyuyabilen (dinlenebilen), sadece üreme dönemlerinde yere inen ve yuvalarını yükseklere kuran kuşlardır ama bu kuşlar, Fil Sûresinde geçen kuşlar mıdır, yoksa orada bir “benzetme” mi yapılmıştır?!.

Kitâb’ın âyetleri muhkem ve müteşâbih diye ikiye ayrılır. Muhkem olanlar açık hüküm ve netlik içerirler; müteşabih olanlarda anlam katmanlıdır; onları ilimde râsih (derin bilgisi) olanlar anlar. (3/7; 4/162.) Derin bilgi, sathî (yüzeysel) bilginin “karşıtıdır”; yüzeysel bilgi, parçalı bilgidir ve ‘en, boy, yükseklikten’ oluşur, sadece bir ya da bikaç alanın bilgisidir; derin bilgi ise kapsamlıdır, bütüncüldür ve bu boyutlara derinlik (boyutunu) katan bir bilgidir.

Ben, klâsik-modern hiç bir tefsirde rastlamasam da Fil Sûresindeki Ebâbil’i bir şibh, bir benzetme olarak görüyor, âyetteki ‘saldırıyı’ çok katmanlı ve müteşâbih olarak yorumluyorum. Bu kuşlar (Ebâbil), “ateşli silah, biyolojik-kimyasal bomba” taşıyamazlar; taşıdıkları taşı (bihıcâretin min siccîl) akıllı füze gibi düşmana nokta atışı ile tam isabet ettiremezler, o kadar “akıllı” değiller; olsa olsa Abduh’un dediği gibi “sıtma ya da vebâ mikrobu” taşıyabilirler. Böyle mikropları da illâ kuşların taşımasına gerek yok, sinekler de taşıyabilir; sinekler de kuştur denilebilir.

Rabbimiz, birini, bişeyi korumaya “karar vermişse”!, onu her şekilde korur. Nasıl koruduğu noktasında bizlere böyle misaller verir; âdeta Der ki, Bizim kuşlar gibi sürüler hâlinde askerlerimiz (melek/e/lerimiz) var; onlar sizin nükleer başlıklı akıllı füzelerinizden çook daha akıllı, Biz onları bir ateşlersek siz, çiğnenmiş/yenilmiş, ekl olmuş (yenmiş) da posası (asf, posa, saman) kalmış ekinlere benzersiniz.

Sûrede ebâbil kuşları, (maddî-manevî) silahlara; düşmanlar (Fil ordusu) da yen(il)miş/çiğnenmiş de posası kalmış çöpe (samana, ota) benzetiliyor ki bu, muhteşem bir benzetmedir, muhteşem bir teşbihtir/şibhtir; esas îcaz (âciz bırakma) buradadır.

O, istediği zaman, istediği gibi, istediği yere “kuşlarını” gönderir. O kuşlar, kimi zaman yıkar, kimi zaman yapar.

Fiilî ve kavlî duâ edelim de bize yıkıcı kuşlar gelmesin.

“Meleklerin gerçeği yalanlayan nankörlerin canlarını alırken, yüzlerine ve sırtlarını döverken  ve ‘kavurucu azabı tadın.’ dediklerini söylerken bir görsen!.”

وَلَوْ تَرَى إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُواْ الْمَلآئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ وَذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ

(8/Enfal, 50.)

“Melekler onları vefat ettirirken, yüzlerine ve arkalarına vurduklarında onların durumları ne olacak?!.”

فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمْ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ

(47/Muhammed, 27.)

Acaba onlar (biz!) neye dönecekler/döneceğiz?!. Ota mı, samana mı; yılana mı, çıyana mı; yoksa hınzıra (domuza), maymuna, insana mı?!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET