OYUN

Lehv. Laib. 

Lehv’in fiil şekli Lehiye, çok sevmek, eğlenmek, kendini alamamak, kapılmak, tutulmak vs... Elif, Vav ve Ya harfleri cümlede kelimenin etkinliği ve edilginliğine (fail-mef’ul) göre birbirlerinin yerlerini alırlar ve harekeleri de ona göre değişir. Lehiye ve Lehâ dalgınlık, kendini kaptırma, bu sürecinin sonunda Lehiv/e, Lehv (eğlence, avuntu) olmuş. Neden? Amaç unutulmuş; yapılan işin kendisi amaç olmuş. Lehv’in Ve’si gider de başına Elif gelirse Elehe/İlahe/Ellehe (tanrı) olur; onun da başına El getirirsek Elleh = Allah olur. Bu, dilsel bir tahlildir; anlamsal (semantik) tahlil ise, manadan ve maksattan ârî değildir. Kelimenin anlamını dilsel açıdan kök; anlamsal açıdan maksat belirler. Kelimelerdeki harflerin yerlerini değiştirmek ve iştikak yapmak, akraba anlamlara ulaşmamızı sağlar. Buradaki ELH (ilahe, ülihe, ilâhe, ilâhiyat, ulûhiyyet, teellüh). Elif, Vav ve Ya med harflerini de birbirleriyle değiştirirsek, VLH (Velehe/Yelihu, üzüntüden ya da sevdadan kendini kaybetmek; Vellehe, çılgına dönmek); LHV (Lehv/Oyun/Eğlence), LHY (Lehiye, dalgınlık, kendini kaptırma) ve Telehhâ, İlhâ ve Milhâ (te, isteşlik harfi; âlim, tâ’lim eder gibi, mim, mim-i zaman ve mim-i mekan olarak iki fonksiyon icra eder; milha, oyun salonu/sahası, dünya! demektir. Her harfin mertebeleri, ebced değerleri vs. çalışılmış.)

Hicr, 3; Nur, 37 ve Münafikun, 9’daki YüLHi ve TüLHi de aynı kök. Oyun, oyalanma, eğlenme, kendini kaptırma.

Hicr, 3, “Bırak onları! yesinler, içsinler, oyalansınlar, boş hazlara dalsınlar (şimdi bilmiyorlar) ama yakında bilecekler” derken; Nur, 37, “Öyle yiğitler var ki, ne ticaret ne alış-veriş onları Allah’ı zikirden, salâtı ikâmeden, zekâtı îtadan alıkoyar!. (Onlar, bunlardan başka şeylerle oyalanmazlar) der ve son sûre Münafikun, 9’da da inananlara öğüt verilir, uyarı yapılır. “Ey inananlar, mallarınız ve evlâtlarınız sizi Allah’ı zikirden alıkoymasın!...”

Lehvden/oyundan, oyalanmadan kurtulup, ne yapıyorum, niçin yapıyorum diye sormaya başlamadıkça herhangi bir ilâh bizi görmez ya da herhangi bir ilâha görünmeyiz, ilâhımız kendimiz oluruz, içerde olur, nefsimiz olur. Nefsimizi aşıp dışarı çıktığımızda da biiir sürü soyut ve somut kamusal ilâhla karşılaşırız. İlmi, sanatı, devleti, vatanı, milleti, hayalî biiir sürü şeyi şeytanı, tağutu ilâh edinen biçook insan vardır; bunların hepsi aşılmadan, reddedilmeden “Lâ ilâhe illâ Allah.” Sözü, sözdedir, dildedir, kalbe inmemiştir, eyleme/hayata yansımamıştır.

El-İlâh = Allah, kişinin içini de dışını da elbet görür, bilir ama iç, dışı; dış, içi yansıttığından/gösterdiğinden imanımızı = tutarlılığımızı bizim dışımızda da birilerine ispat etmek istiyorsak, onlara (ve O’na) dışardan da bir işaret/belge göstermek zorundayız, o (onlar) da yaptığımız işler/amellerdir. Bu işaretleri/belgeleri gösteremezsek işimiz zor; ayrıca bu işaretler/belgeler içimizdeki imanın = tutarlılığın sağlam kalması, yıkılmaması için gereklidir de; onlar içimizdeki imanı = tutarlılığı besler, güçlendirir. Tutarlılık = iman, yalpa (zikzak) yapmamadır; ilâh tek olmazsa, yalpa (zikzak) kaçınılmaz olur, kişinin iç ve dış bütünlüğü bozulur.

Modern insan, çocukluğunda somut oyuncaklarla; yetişkinliğinde de soyut oyuncaklarla oynamaya, oyalanmaya devam ediyor; oyunu bırakıp da bir türlü kemâl (insan-ı kâmil olma) yolunda ilerleyemiyor.

Modern dünyanın oyuncakları, ağları, bağları ve tuzakları (= şeytanın iğvâları) o kadar çok ki, bunlardan bütünüyle kurtulmak, samimî bir şekilde “Lâ ilâhe illâ Allah.” demekle mümkün. Kelime-i Şehâdet akıldan ve gönülden çıkarsa, soyut-somut her şey, oyuna, oyuncağa dönüşür, bizleri kendilerine bağlar ve şeytânîleşirler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET