CILIK, ...CULUK.

Gençliğimde ekmeğimi kazanmak için lokantalarda bulaşıkçılık; daha sonra bakkalcılık ve hocalık yaptım.

Bunlar birer meslekti ve meslekler ekmek parası içindi ama herkes ekmeğini bu tür meslekleri yaparak kazanmıyor. Kimi dernekcilik, kimi vakıfcılık, kimi tarikatçılık, kimi cemaatçilik, kimi de kavmiyetçilik yaparak para, prestij ve güç kazanıyor. 

Maalesef dincilik, özelde islâmcılık, yaparak da para, prestij ve güç kazanılıyor.

İslâm, her türlü mesleğin (işin = hayatın) nasıl doğru-iyi ve güzel yapılacağına dair ahlâkî, doğal/fıtrî ve evrensel ilkeler koyan ilâhî bir rehberliktir; siz onun bu “özelliğini” samimî bir şekilde dikkate almaz da onu kullanır, kişisel, toplumsal ve siyasal prestij ve güç kazanmaya çalışırsanız, islamcılık yaparsınız; din alır, din satar ve bu alım-satım üzerinden ekonomik, dinsel (dînî) ve siyasal güç elde edersiniz.

Dinde samimiyet = Allah rızası = Âhiret/öte dünya/hesap bilinci ortadan kalkarsa, bu dindarlık olmaz; dincilik (islamcılık) olur.

İslâm, elbet hayatın tüm alanlarını kapsayan ilkeler va'zeder; onun aynı zamanda siyasî bir “projeksiyonu”, siyasî alana koyduğu ilkeleri de vardır. O ilkelerin en başında, ciddiyet-samimiyet (ihlâs), ‘ehliyet-liyakat” gelir.

Yönetim, tek başına yapılabilecek bir iş değildir; ekip işidir. Ekipte “ciddiyetsiz-samimiyetsiz, ehliyetsiz-liyakatsiz” insanlar olursa, o yönetimde haksızlık, zulüm ve adam kayırma (nepotizm) kaçınılmaz hâle gelir; birileri malı götürürken büyük çoğunluk mal bulamaz. 

Dini, adâlet ve hakkâniyet için değil de, bu tür işlerde kullanımlar, yeni değildir; tâ Âdem’in oğullarına kadar gider. Rasuller, bu tür din istismarına son vermek ve dini sadece Allah’a has/özgü kılmak için gönderilmişlerdir. Dinde ihlâs (‘fæ’budullahe muhlisan lehu-d dîn’. 39/2), dini, kişisel, toplumsal, siyasal çıkarlarımız için kullanmak değil, kişisel, toplumsal ve siyasal işlerimizde dine (= Allah’ın emirlerine) uymaktır.

Ne yazık ki! (belki de ben bilmiyorum, bikaç istisnaî dönemler olmuştur), sadece Elçilerin yaşadığı dönemlerde din “tam işlevsel” olabilmiş, uygulanabilmiş; sonraki dönemlerde ya rafa kaldırılmış/dondurulmuş ya da bir âlet/manivela olarak kullanılmıştır; din üzerinden saltanatlar kurulmuştur.

Bunlar dine değil, din bunlara hizmet etmiştir ama onlar cahil ve masum ahaliyi dine hizmet ettiklerini söyleyerek uyutmuşlardır. Yakın geçmişimizde 15 Temmuz/FETÖ var; yakın geleceğimizde “büyük yıkımların” ayak sesleri duyuluyor.

Günümüz islamcılığının da biraz böyle bişey olduğu görülmeye başlanmıştır. İslamcılık, başta İslâm’ın siyasal alanda uygulamaya konulması için iyi niyetle kurgulanmış bir proje idi ama bu proje uygulama safhasında sadece bizde değil tüm İslâm dünyasında “çöktü/çöküyor”. Çöküş, bu projeyi kurgulayanlardan kaynaklanmıyor; uygulayanlardan kaynaklanıyor. Projeyi “planlayanlar” için henüz bir rant oluşmamıştı; rant, uygulama sırasında oluştuğu için uygulayıcılar, bu projeyi “keser gibi” kendilerine yonttular, toplumun tüm kesimlerine (inanan-inanmayan, Allah’ın tüm kullarına) değil de sadece belli kesimlerine (kendilerine ve yandaşlarına) uygulamaya kalktılar; Allah’ın diğer kullarını unuttular, ötekileştirdiler.

Tarihte de bu, üç aşağı beş yukarı hep böyle olmuştur.

Çözüm, “gerçekten” Müslüman olmakta; iyiliği emreden ve kötülükten nehyeden bir toplum (cemaat) oluşturmakta yatıyor. (Emri bil maruf nehyi anil münker.)

“Sizden hayra çağıran, ma'rufu öneren, münkerden sakındıran bir topluluk oluşsun. İşte onlardır kurtuluşa erenler.” (3/Al-i İmran, 104.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET