YAKINLIK

Yakınlığı ben ikiye ayırıyorum. 

1) Dildeki yakınlık.

2) Gönüldeki yakınlık.

Farsça’da dilin, gönül demek anlamında olduğunu da biliyorum.

Dilde yakınlığı “sen” zamiri ile ifâde ederiz. Sen, karşımızdaki kişidir, muhatabımızdır. Türkçe’de ‘sen’i biraz daha kibar ifâde etmek için ‘siz’ şeklinde de söyleriz. 

Rabbimize duâ ederken de “O, sanki karşımızdaymış gibi”! ‘Sen’ deriz; hatta duâlarımızı “emir kipine” dönüştürürüz. Ya Rabbi affet!. Ya Rabbi kabul et!. Helâl rızık ver/ihsan et!. İlmimi artır!. vs...

Bakara son âyetlerde (‘âmenerrasûlü’de) “Ente Mevlânâ = Sen bizim Mevlâmızsın.”; ve bir çok âyette “inneKe = muhakkak ki Sen.”; “Ente Erhamurrâhimîn = Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” vb. deriz. “O’nu karşımızdaymış gibi! kendimize yakın görür ve hissederiz.”

Bu yakınlığımız, sadece dilde (sözde) kalırsa; kimilerimiz de bu yakınlığın sözde (dilde) olduğunu bile fark edemezse!, O gönlümüze nasıl iner/girer?!.

Dilimizi ciddiye alır, ne söylediğimizi bilirsek o yakınlık, inşallah gönlümüze de sirâyet eder, iner/girer.

Aslında dil, hakikati gizler ya da onun çoook küçük bir kısmını gösterir. Tüm bilgeler, dilin bir perde (örtü) olduğu noktasında mutabıktırlar; yine de dil, bizi muhatabımıza bu kadar yaklaştıran bişeydir. Unutmayalım, aynı dil gönülle/gönülden, içten, samimî bir şekilde kullanılmazsa uzaklaştırır da.

O samimiyet olmasa, kim Rabbine “Ver! Kabul et! Affet! vb.” diye emir verebilir!.

Samimîyet/ihlâs, “emri ricaya” dönüştürür.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET