İKİ DENİZ

“İki Deniz”

Mûsâ iki denizin farkındadır ve O, iki denizin birleştiği yere ulaşmak, oradan hem bu taraftaki denize hem öteki taraftaki denize “bakmak” istemektedir...

Denizin biri, hâdiselerin zahirî/görünen sebeplerine bakan/vâkıf olunan dünyadır; öteki, hâdiselerin asıl sebeplerine vakıf olunamayan gaybî/ bâtınî/görünmeyen dünya/ahirettir. Hızır (kendine ilim verilen kul), iki dünyaya da vâkıftır ama bu vukûfiyeti kendi elde etmemiştir, bunları “ben kendim yaptım dememiş”; “ve mâ fæltühû ân emrî = bunları Ben kendiliğimden yapmadım.” (18/Kehf, 82.) demiştir. 

Hızır ile Mûsâ’nın yaşadığı üç olay, nereden bakıldığında göre değer ve anlam kazanır. Mûsâ buradan bakmış, “durup dururken niye gemiyi deldin. Bir masum/masun çocuğu neden durup dururken öldürdün. Ücret almadan yıkık duvarı neden ayağa kaldırdın?” diye sormuştur Hızır’a. (Sabredebilseydi daha çoook olay yaşardı/yaşayacaktı Mûsâ. Allah-u A'lem) Hızır da Ona : ‘Sen Benimle olmaya güç yetiremez/dayanamazsın.’ demiştir...

Bizler burada, görünen sebepler dünyasında yaşıyoruz; sebebini bilmediğimiz nice olaylarla da karşılaşıyoruz. Bu olayların olumsuz ve yıkıcı olanlarına fâcia; olumlu ve sevindirici olanlarına sürpriz diyoruz.

Rabbimiz, “normal/doğal/tabiî düzeni” belli/ilmî yasalara bağlamıştır; sosyal düzen çok daha karmaşıktır, onun yasalarını keşfetmek daha zordur ama orada da “bir yasa” vardır; hiçbir şey “kör tesadüfe” bağlı değildir. Sosyal (toplumsal) ve siyasal dünyada (hayatta) facialarla da sürprizler de karşılaşıyoruz; ilmî hayat da bundan nasibini alıyor. Sözgelimi yıllarca bir meselenin peşinden koşar, çözemezsiniz ama bir “facia ya da sürpriz” size bir ışık tutabilir...

Din/Kitâb, “Sizin iyi bildiğiniz bazı şeylerde şerr; şerr bildiğiniz bazı şeylerde de hayır vardır.” der.

İnsan, her iki dünyadan da olaylara bakamaz; buradan bakınca şerr gözükende hayır saklı; hayır gözükende şerr saklı olabilir.

Öyleyse “hayrı hayır diye sahiplenmeyelim mi, şerri de şerr diye defetmeyelim mi’? diye bir soru akla gelebilir. Edelim tabiî ama hayır bilgimize de şerr bilgimize de %100, tam güvenmeyelim, “allâme-i cihân kesilip” de böbürlenmeyelim, sadece Rabbimize güvenelim.

Modern insanda da, modern bilimde de bu huy baskın; modern insan (modern bilim) aklına çook güveniyor; bu güven de (neredeyse) Rabbe güveni zedeliyor, yok ediyor.

İman, Rabbe güvendir. Akıl, Rabbe güvenmezse saçmalamaya başlar, tek dünyalı çalışır, görünenden başkasını göremez; görünen, zaten görül(ebile)ndir totolojisinden öteye gidemez ve insanı bu dar ve bölünmüş/parçalanmış dünyaya hapseder.

“O (Rahmân), iki denizi birbirine kavuşmak üzere saldı. Aralarında bir engel var, birbirlerinin sınırını geçip karışmıyorlar.” (55/Rahmân, 19-20.)

Sınır (hæd) hepimize lâzım. Sınırı aşmak, yoldan şaşmaktır. Zâhirden konuşanları bâtından konuşanlar, bâtından konuşanları da zâhirden konuşanlar haddi/sınırı aşmakla suçluyorlar; bilmiyorlar ki “öte yakaya” geçince işler çook farklılaşıyor. Muhalefetler de iktidarı suçlar ama kendileri iktidar olunca, hâdiselere farklı (ya da iktidar gibi) bakarlar... memur âmiri suçlar ama kendi âmir olunca işler değişir...

İşler, çoğu zaman göründüğü, bizlerin bildiği gibi değildir. Bilim, bu işlerin görünen yüzüne; din, görünmeyen yüzüne bakar; aslında görünen sebepleri (şehâdeti) görünmeyen sebepler (gayb) tetikler; “şehâdetten gayba geçme izni herkese verilmez, oranın da kendi içinde gaybı ve şehâdeti var”, deniyor ve hayat, işte bu şekilde devam ediyor...

Bir önceki yazıda “iki denizden” söz ettim ama muğlâk bıraktım; onu burada binebze açtım; bu son yazı (olur inş.).

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET