YOLU KAYBETMEK

Ya da yolu şaşırmak. Gideceğimiz yere bitürlü gidememek. Dönüp durmak...

Her gün biyerlere gideriz. Gittiğimiz yerler hiç bitmez. Belli bir süre sonra gittiğimiz yer, geldiğimiz yer olur; hâlbuki geldiğimiz yer de biraz önce gitmek istediğimiz yerdi; burada bu “döngü” sürer-gider...

Burada aslında hiçbir yer “gerçek evimiz”! değildir.

Ontolojik olarak da doğumla biyerden gelir; ölümle biyere gideriz.

Çoğumuz, şimdi fark etmese de ölünce, “yolunu kaybettiğini” anlayacak!.

Nereden geldiğini bilemeyen, nereye gideceğini de bilemez ama yine de insan, nereden geldiğini bilmese de, gideceği yeri bilirse, pekbisorun yaşamaz, ama nereye gideceğini bilemezse, bu sefer geldiği yere de ulaşamaz; çünkü geldiği yere gitmek, bu kez de gideceği yer olmuştur!.

Yolunu kaybetmek, tam da böyle bişeydir; hiçbiyere gidememektir ya da gittiğini sandığı yerlerden memnun kalmamaktır.

Din, bize, cennetten geldiniz; orada sözünüzü tutmadınız ama hatanızı da anladınız, tövbe ettiniz, tövbenizdeki samimiyeti görmek = görmeniz için dünyaya geldiniz/gönderildiniz. Eğer dünyada tövbenizde samimî olursanız, tekrar buraya dönebilir, gelebilirsiniz; tövbenizi tekrar bozarsanız buraya dönüşünüz, gelişiniz imkânsızdır; tekrar buraya dönüşün “yol haritasını” ve “ilkelerini” de size gönderdim; ona uygun davranır ve yaşarsanız bu mümkündür; değilse imkânı yok, der.

Bu “yol haritası” ve “ilkelere” uygun yaşama, “hidâyet”; “yol haritasını” ve “ilkeleri” yok sayarak yaşanan hayata da “dalâlet” der.

Günde kırk kez söylediğimiz, “ihdina’s sırât-al müsteqîm” ile yolumuzu kaybetmemek istediğimizi söyleriz. “Nereye gideceğimizi bilmesek”! de bu yolun, bizi “gitmek istediğimiz yere”! götürmesini isteriz. Çünkü, böyle bir dine inanmazsak doğum öncesi de ölüm sonrası da bize “karanlıktır”!. Bu karanlığı “bu dinin, bu müsteqîm yolun” aydınlatacağını umarız, öyle inanırız.

İnanmayanlar, nereye gideceklerini bilmeden umutsuzca dolanır-dururlar; gittikleri hiçbiyerden de memnun olmazlar, olmayacaklardır. Onlar burada gittiklerini sandıkları yerlerde biraz oyalanacaklar, eğlenecekler ama “son gittikleri yerde”! çook büyük pişmanlık ve şaşkınlık yaşayacaklar!.

Allah öyle söylüyor.

Burada ‘bişeyler’! bizi oyalarken, eğlendirirken Allah’ın Sözünü önemsemeyeler, bir kez daha çook büyük pişmanlık/lar yaşayacak ve şöyle yalvaracaklar :

“O günahkârları rablerinin huzurunda başlarını önlerine eğmiş halde şöyle derlerken bir görsen! : “Rabbimiz! Gördük ve işittik; bizi geri gönder de rızâna uygun işler yapalım, artık kesin olarak inandık.!” (32/Secde, 12.)

“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca, “Rabbim! Beni geri gönder de, geride bıraktığım dünyada iyi işler yapayım” der. Hayır! Onun söylediği bu söz, boş laftan ibarettir. Önlerinde, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır. (23/Mü’minûn, 99.)

“Mü’min kimse fâsık kimse gibi midir? Elbette bunlar bir olmazlar. İnanan ve salih işler yapanlar için, yapmış olduklarından dolayı konaklama yeri olarak me’va cennetleri vardır; fâsıklara gelince, onların barınağı ateştir. Her çıkmak istediklerinde, oraya yeniden iâde edilirler ve onlara : Yalanladığınız ateşin azabını tadın!; denir.” (32/Secde, 18-20.)

Yolu kaybetmek, gitmek istenilmeyen yere (cehenneme) gitmektir.

Ya Rabbi! “İhdina’s sırât-al müsteqîm.” Bizi doğru yola ilet. Bize hidâyet nasip et!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET