SÜNNET ve BİD'AT

Sünnet, sözlük anlamıyla tutum, yol, âdet ve gelenek; (dinî) terim anlamıyla Hz. Muhammed’in fiil ve sözleri. (Daha çok fiilleri. Sözleri daha sonra Hadis adını alacaktır ve ağırlıklı olarak vefatından 60-70 yıl sonra 700’lü yıllarda derlenmeye başlanacaktır.)

İlk defa Sünnet ne zaman ön plana çıktı? 

Sapma/lar (bid’at) başlayınca.

Bu sapma/lar (bid’at), ne zaman, nasıl fark edildi?!.

1) Hilâfet saltanata dönüşünce. 

2) Araplık (Arap olma) bir üstünlük olarak görülmeye başlanınca.

3) Arap olmayan Müslümanlar Mevâli muamelesi görünce. 

Fetihler yaygınlaşınca, fethedilen yerleri Araplar (özellikle Ümeyyeoğulları, Emevîler) idâre etmeye başlıyor; diğer Araplar da daha alt kademelerde görev alıyor; ahâli (= mevâli) ise teb’a statüsünde tutuluyor. Ayrıca fethedilen topraklarda Müslüman olmayan ciddî bir kitle de var, onlar “cizye/kelle vergisi” vermekle mükellefler. Hilâfet, saltanata dönmüş; artık halifelik babadan oğula geçiyor; ümmete danışılmıyor, lüks ve şatafat yaygınlaşıyor, ümmet huzursuz; elinde askerî bir güç de yok, yakın tarihte iç savaşlar yaşanmış ve çözüm bulunamamış. Yeni çare : “uyarı”!. Ey Halife, Ey devlet erkânı! Sünnet’ten her geçen gün uzaklaşıyorsun; ümmeti Sünnet’e uygun yönetmiyorsun!...

Efendimiz, Peygamberimiz “âdildi”, sen zâlimlik yapıyorsun...

Sasânî ve Bizans saraylarını kendine örnek alıyor; divanı (hükümeti) onların kurduğu divan gibi oluşturuyorsun. Ehliyet ve liyâkate dikkat etmiyorsun, adam kayırıyor, ağır vergiler koyuyorsun...

Bu yaptıklarını Peygamberimiz yapmadı; sen yapıyorsun. Bunlar Sünnet’e uygun değil, bid’at. Kur'ân ve Sünnet’e dön!...

O gün, Kur'ân ve Sünnet böyle gündeme geldi; bugün ise Kur'ân ve Sünnet bireyselleşti. Elbet Kur'ân ve Sünnet’in bireyin hayatına bakan yüzü de var ama bugün nerdeyse Kur'ân ve Sünnet bu yüzüyle algılanıyor ve anlaşılıyor; siyasal yüzü ıskalanıyor!.

Sünnet, Efendimizin söz ve davranışları (= hayatı) ise ve O, hem Peygamber hem siyasî lider hem insan (fert, birey) hem eş ve baba = hem bireysel, toplumsal/sosyal ve siyasal Önder’se, O’nun siyasal ve toplumsal alanlara dair de Sünnet’i vardı/olur. Çarşı-pazardaki, sokaktaki, devletin her kademesindeki bireyler, bu Sünnet’ten (dolaysıyla Kur'ân’dan) uzaklaşınca sapmalar (bid’atler) baş gösterdi, gösteriyor.

O gün O Sünnet (Nebevî uygulama) yeterli görülmedi, örnek-model alınmadı da Bizans’ın (Batı’nın) ve Sasânî’nin (Doğu’nun) “çökmüş-çürümüş uygulamaları” örnek-model alındı.

Bugün de böyle. 

Bireysel, toplumsal ve siyasal hayatımızda Sünnet değil bid’at hâkim. 

Aslında değişen pekbişey yok. 

Neden? 

1) Sünnet’i anlayamıyoruz ve “çağa” (günümüze) uygun kılamıyoruz. Sünnet’i Kur’an’dan ayrı görüyoruz. 

2) Sünnet’e “arkaik” bakıyor; sözgelimi misvak, sarık, cübbe vb. şeylere indirgiyoruz. Onu dinamik hâle getirip canlandıramıyoruz.

3) Bid’atler işimize geliyor. Onların hayatımızı daha kolay kıldığını düşünüyoruz; aslında zor kılıyor; en önemli bizi “dışa bağımlı” kılıyor. 

Bütün bunlar da dinle bağımızı yaşadığımız hayattan kopuk tutuyor; yine de! kendimizi “psikolojik olarak dindar” sayıyoruz.

Aslında dinle “avunuyoruz”. Din bize çare olmuyor; dini bir “aksesuar gibi”! taşıyoruz.

Sünnet’ten kopuk hayat, böyledir, böyle yaşanır; başkaları taklit edilir, din (Kur'ân ve Sünnet = Rehber) terk edilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET