NUR (IŞIK) ve AYNA

Nûr, ışıktır; kelimenin harfleri NVR; Vav, Ya ve Elif’in med harfleri olduğunu bir önceki yazıda söyledim. Nûr’daki (NVR’deki) Vav’ı, Elif ile değiştirirsek, Nâr (ateş) olur; nâr da bi çeşit ışıktır, nûrdur ama “yakan nûrdur”!.

Nûr Sûresi’nin 35 ve devamındaki âyetler, anlaşılması en zor âyetlerdir. 35. âyette Rabbimiz Allah, Kendisini Nûr’a benzetir. 

“Allah, göklerin ve yerin (yeryüzünün) Nûr’u (aydınlığı)dır. O’nun Nûr’u/aydınlığı, içinde ışık bulunan kandil (mişkât yuvası) gibidir. O kandil, bir fânus (misbâh/lamba) içindedir. O fânus, inciden bir yıldız gibidir. Doğuya da batıya da ait olmayan mübarek bir ağacın yağından yakılır. Onun yağı neredeyse kendisine ateş dokunmasa bile ışık verir. Nûr/aydınlık üstüne Nûrdur/aydınlıktır. Allah, dileyen kimseyi Nûr’una/aydınlığına iletir. Allah, insanlara örnekler/misaller verir. Allah, her şeyi bütün ayrıntılarıyla bilendir.”

اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِن شَجَرَةٍ مُّبَارَكَةٍ زَيْتُونِةٍ لَّا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُّورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَن يَشَاء وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

‘Kemişkâtin’deki “ke”, benzetme edâtıdır. O Nûr, içinde lamba/kandil olan “kandil gibidir”. O kandil, “lamba içindedir”. O lamba, (sanki) “inciden bir yıldız gibidir”!. Onun yağı ateş dokunmasa bile yanar, ışık verir. Nûr üstüne Nûr’dur. Allah, dileyen = dilediği kimseyi Nûr’una iletir. Böyle misaller verir.

36. âyet :

“O Nûr, Allah’ın İsminin yüceltilmesine ve öğütlerinin dinlenmesine izin verdiği evlerdedir. Orada onlar O’nu sabah akşam  tesbih ederler.”

فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَن تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ يُسَبِّحُ لَهُ فِيهَا بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ

37. âyet :

Onları (o adamları), ne mal ne de alışveriş, Allah’ın buyruklarına uymaktan, salâtı ikâme etmekten ve zekâtı vermekten alıkoyar. Onlar, kalplerin ve gözlerin altüst olacağı günden korkarlar.”

رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْمًا تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ

...

Işığın kaynağı, ya içerden (içsel) ya dışardan (dışsal)dır. Araba farı nisbeten, mum ve güneş ‘neredeyse tamamen’! içseldir. Işık, karanlığı aydınlatır. Karanlıkta ışık var, ama “gören göz” yoksa, o ışık o kişiyi “aydınlatmaz”!. “Körler gör(e)mez.” Son cümle, hem düz hem mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Güneş, varlıkları, eşyaları “dışardan”; ilim, irfan ve iman (= Kur'ân) insanları “içerden” aydınlatır. İçinde ışık kaynağı olmayanı, dışardaki ışık “dıştan” aydınlatır; o (dışardaki) ışık “yok olunca” (sönünce, üfûl edince, batınca) kişi karanlıkta kalır.

Dışardaki ışığın doğma ve kaybolma zamanlarını biliyoruz ve bunlara vakit diyoruz. Sabah, öğle, ikinci, akşam ve yatsı. Dikkat ettiyseniz 36. âyetteki ‘ğuduv ve âsâl’ de sabah-akşam diye çevrilmiştir. Ğudüv ( غدوve غداء), aynı zamanda kahvaltı, kuşluk yemeği; ğadâ (غدا) ise, sabah, ertesi gün, yarın demek. Âsâl, asıl, usul ve asâlet ile aynı kök, gurup vakti anlamına da gelir. 

“Ğuduv ve âsâl” tüm zaman, her zaman, aydınlıkta ve karanlıkta demektir.

Allah, Bâtın (Gizli/Bilinmeyen) yönü/yanı ile bize âsâl gibi karanlık; Zâhir (Âşikar/Görünen) yönü/yanı ile bize ğudüv gibi aydınlıktır. Kimimize O, “Güneş gibi doğar/doğuyor”!, kimimiz ise “kör olduğu için” “O Güneş’in Nur’unu” (Güneş’i zaten) göremiyor; onların içleri de dışları da, evleri de (evi, hem iç hem dış olarak da okuyabiliriz) karanlıkta kalıyor.

İşrakîler (Suhreverdî, Sadra gibi filozıflar) ve özellikle de Gazalî, ki sırf bu âyet için bir risale (Mişkât-ül Envâr) yazmıştır, Nûr’u çoğaltmışlar ve bu âyeti Yeni Eflatınculuk (tasavvuf) perspektifinden ele almışlardır. “Ayna” bir metafor olarak tasavvufun çook önemli bir aracıdır. Aynanın arkası “sırlıdır”; bu sır, aydınlığı karanlığa; karanlığı da aydınlığa bağlar. Aynanın kendinde bir ışık yoktur; ayna, ışık kaynağı değildir, o dışardaki ışığı yansıtır.

Işığın (Nûr’un) asıl kaynağı Allah’tır. Ayna ise Elçiler/Rasullerdir. Elçilerin/Rasullerin aynası tertemiz, pîr-ü pakdır. Bizim aynamız (fıtratımız, vicdanımız) çook pis ve kirli olduğu için “yansıyan ışık” bizi “aydınlatmıyor, (karanlığa) geri dönüyor”.

Aynamızı iman ve salih amelle temizlemeniz gerekiyor; aksi hâlde ne içimiz ne de dışımız aydınlanabilir.

Dış, iyice aydınlanınca o aydınlık, içe de sirâyet eder inşallah.

Benim aynamdan yansıyanlar bunlar, önemli olan, size ne kadarının nasıl yansıdığı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET