BAHANE

Bir sözü, bir işi ne niyetle söylediğimizi ve niye yaptığımızı biliriz ama muhataplarımıza bambaşka bir niyet ve sebep açıklarız; işte gerçek/asıl niyete ve sebebe uygun olmayan niyetlere ve sebeplere bahane diyoruz.

Bahane de bir tür sahtekârlıktır, münafıklıktır ve nifaktır; onu gerçek münafıklık ve nifaktan ayıran şey, savunudur. Nifakta münafık, (yanlış) sözünün/eyleminin yanlış olduğunu bilmez ve savunmazken; bahanede yanlış ya da doğru bir sözün ya da eylemin neden yanlış ya da doğru olduğuna sahte sebepler aranır ve bulunur, böyle yapılarak güya muhataplar kandırılır, kişinin kendinin iyi ve doğru biri olduğuna inandırılır!.

Bu konuyu niye yazdım? John Milton ‘Yitik/Kayıp Cennet’ adlı şiir kitabında Tanrı’nın da böyle bir bahane ileri sürdüğünü ima eder ve der ki : Tanrı, Âdem ile Havva’nın cennette günah işleyeceğini önceden biliyordu ama onlara bir bahane “ayarladı” ve şeytanı yarattı. Sanki şöyle demek istedi : hem Benim takdirim (kader) egemen/geçerli hem de sizi/insanı (Âdem ile Havva’yı) özgür bıraktım’; bu ikilemi/paradoksu bugün bizler de yaşamıyor muyuz? 

İnsanı, insanın ontik varlığını yanlış tanırsak, bu ikilem/paradoks (dikotomi) bizim başımızı hep ağrıtır. İnsanın ontik yapısında iyi-kötü, potansiyel (bilkuvve) olarak vardır; onlardan birini yine insanın kendisi harekete geçirir, bilfiil hâline getirir. 91. sûre Şems, yedi yeminden sonra 8. âyette ona (insana) taqvâ ve fücur kabiliyetini Veren’e de (!) yemin eder, ki bu yemin bence çook daha güçlü bir yemindir; 9 ve 10. âyetler “kad” kesinlik edatı ile başlar, kesinlikle onu (nefsini) temizleyen (aydınlatan/parlatan) kurtulmuş/felâh bulmuştur; kirleten (karartan/daraltan) da ziyana uğratmış/mahvolmuş, kendini mahvetmiştir; der.

İnsan olmak, doğru karar vermek ve doğru işler yapmaktır. Potansiyel insan (hiç bikarar vermeyen insan) nötrdür, böyle bir insan deli değilse fiilen yoktur. Kendindeki bu potansiyeli iyi-doğru ve güzel yönde kullananlar insan olurken; kötü-yanlış ve çirkin yönde kullananlar da şeytan olur. Şeytan bizden ayrı bir varlık değildir, bizim içimizdeki, bizdeki bir varlıktır. Allah’a göre önce ve sonra olmaz, O önce insanı yarattı, onun günah işleyeceğini biliyordu, bu bilgisini (ön bilgisini = kaderini) insana ispat etmek için sonra da şeytanı yarattı gibi bişey! bize doğru/ma’kul gelebilir ama Allah’a göre saçmadır.

Kendimizi tanımazsak şeytanımızı da Rabbimizi de doğru tanıyamayız ve çook akıllı görünen/bilinen Milton gibi saçmalarız. Adamın yaşadığı dönem (17.yy.) Avrupa’nın en çalkantılı dönemi, âdetâ bilim adına Tanrı’ya kafa tutulan bir dönem. İngiltere’de iç savaş var, kral I. Charles idam edilmiş, salgın hastalıklar kol geziyor, Milton’un kendisi kör olmuş, Tanrı’ya olumlu bakılmıyor, “gaddar, aynı zamanda duyarsız Bir’i” olarak görülüyor, ‘O Tanrı var ya O Tanrı’! bizi dün de (cennette iken) kandırdı, bugün de kandırıyor denilmek isteniyor!...

Tanrı aslâ ve aslâ bahane üretmez! ama bizler, Tanrı adına çoook bahaneler üretiyoruz.

Neden mi?

O’na gereği gibi güvenmiyoruz = inanmıyoruz.

En akıllılarımız bile. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET